Jale'nin arkadaşlarına yazdığı not, şöyle bitiyordu:
Hepiniz bilirsiniz; birbirini seven iki insan sohbet ederken, bazen uzun sessizlikler olur. O anlarda birbirlerine o kadar çok şey söylerler ki konuşmanın bile ötesine geçilir. Susmak, bütün söylediklerimizin en üst makamıdır. İnsan hakiki niyetini ve düşüncesini konuşurken değil, sustuğunda fark eder. Belki de onun için hepinizi çok iyi anlıyorum. Susmaya zaman bulamıyorsunuz. Konuşarak her şeyi halledeceğinizi düşünüyorsunuz. Zamanın hızla geçtiğinden dem vuruyorsunuz. “Ya elimdekilerden olursam…” diye de endişelisiniz. Oysa hiçbirimiz bizde var olanların ve hayatımızda yer edinenlerin farkına varmadık henüz. Belki kaybedince bile onların hakiki kıymetlerini kavrayamayacağız.
Kıymetli dostlarım, hülâsa olarak şunu demek istiyorum; artık birbirimizi tanıyoruz.
Yavaş yavaş ruhunuzun derinliklerine inmeye çalışıyorum. Geceleri niçin zor uykuya daldığınızı, gün içerisinde yapıp ettiklerinizden duyduğunuz pişmanlıkları, gözyaşlarınızı, yalvarışlarınızı hatta yakarışlarınızı, kendinizi acımasızca tenkit edip eleştirdiğiniz o dakikaları, yalnızlığın içinizi üşüttüğü o soğuk yatakları, kendi içinize kıvrılarak uyumaya çalıştığınız o uzun geceleri; hepsini ve hepinizi gayet iyi anlıyorum ve kendimi, anlayışınızın billur sularına bırakıyorum.
Ben her zaman bulunduğum yerdeyim. Henüz ölmedim ve balıklara da yem olmadım.
Herkesin uyanması temennilerimle Rabbime emanet olun.
Jale
***
Arkadaşlarım adedince fotokopi çektirdim. Birer zarfa yerleştirip üzerine isimlerini yazdım. Masalarına, görecekleri şekilde koydum. Sonra da çay ocağına geçtim. Yazdıklarıma tepkilerini merak etsem de aklım fikrim Tanju’mda ve bir iki saat erken çıkıp Nefise Doktor’uma uğramakta ve orada konuşacaklarımızdaydı…
Açık ve net biliyordum ki yine beni sabrın ne kadar güzel olduğuyla ikna edecek, hafiflemiş olarak evime gönderecekti. Belki de “Bekle beraber çıkalım, geçerken seni evine bırakırım…” diyecekti…
Çok mantıklı, sakin yapılı, acelesi olmayan, hissî davranmayan, her bir kelime ve cümlesini ağzından sanki damıtılarak çıkıyormuşçasına itinayla seçip konuşan… kısaca; akıllı biriydi. Biraz tefekkür edip düşündüğümde “Ne fazla, ne de eksik söylerdi…” dediğim, hayatımdaki tek kişiydi. Onun için de hayranlığım her gün daha da artıyordu ve sebepsiz değildi, altında çok şey yatıyordu. Örnek alınabilecek olgunluktaydı. Elbette bu bir tesadüf değildi.
Yazdıklarımın tekrar tekrar okunabileceği bir vakit geçtikten sonra odama gittim.
Mesut ve bahtiyar olmak ne kadar sahici görünse de artık öyle bir şeyin Kafdağı'nın ardında, masallar diyarında olabileceği hükmüne varmıştım. Sevinçten ziyade “üzüntü” daha sahici ve hayatın tam göbeğindeydi. DEVAMI YARIN