Kadı:
“Az değil, dokuz ay, on ay, on iki ay emanete karşı mesuliyet taşımak... Bu işi, Sırat Köprüsü'ne eteğimi yapıştırmak olarak görüyorum Bey. Bu torbadan bir altın kaybolursa, hesabını da cevabını da vermem lazım, yoksa Allahü teâlâya el açacak gücüm kalmaz! Eğer bu sözlerimden sonra kendin için daha iyi bir yol bulamazsan, bu komşu odası emniyetli yerdir ve kimsenin oraya uğrama şansı yoktur. İstersen keselerini mühürleyeyim, sen de o odada canının istediği yere bırak. Allah’ın izniyle döndüğünde selâmette bulursun. Ben keselerin içine bakmam. İçinde 'toprak mı var, cevher mi?' diye merak etmem. Fakat eğer ömrün yetmez ve sen seferden dönmemiş olursan, vasiyetini kılı kılına yerine getirmiş olamamanın yükü altında kalırım vesselâm.”
Altınların sahibi Tüccar, hayran kalmış bu ifadelere, içinden “Kadı baba şaşılacak kadar Allah’tan korkan bir adam! Helâl süt emmiş aşikâr, açıkça belli! Böyle evlat yetiştiren ana babalara binlerce rahmet olsun!” diye duâ etmiş. Binlerce teşekkürle keseleri mühürletmiş, gösterilen odaya götürmüş. Bir uçtan bir uca kadar hazine olduğunu görünce; “Başkaları da emanetlerini bıraktığına göre hiç şüphem kalmadı. Kadı hazretleri itimat edilen biri, korkmama lüzum yok” diye düşünmüş… Keseleri, müsait bir dolabın yine müsait bir köşesine yerleştirdikten sonra Kadı’nın elini öpmüş, gönül rahatlığıyla “Allaha ısmarladık” deyip ayrılmış.
Uzun ve zahmetli bir yolculuktan sonra Beytullah’a varmış. Kâbe’yi tavaf edip hac vazifesini tamamlamış. Mübarek topraklara gelmişken her tarafı gezmiş, ziyaret etmiş. Bir seneye yakın gitmedik yer bırakmamış lakin paralar da suyunu çekip sadece yol parası kalınca, “Daha fazla perişan olmadan memleketime gideyim, Kadı Efendiye bıraktığım emanetleri alayım. Ele, ayağa düşmeden de hayatımı rahat devam ettireyim...” diye düşünmüş, Bağdat’a dönmüş. Ertesi gün, ayaklarının tozuyla kadıya gitmiş. “Bendeniz Allahü teâlânın emriyle sağ salim gittim, Hac farîzamı yerine getirdim ve selâmetle döndüm Efendim...” deyince Kadı Efendi, ilk defa görmüş gibi davranmış.
“Kimsiniz? Bir yere mi gitmiştin?” diye sorunca Hacı, önce şaşırmış, fakat şöyle düşünmüş: "Zavallı adam! Allah’ın her günü onlarca sıkıntılı adamla uğraşmaya mecbur. Beni bir kere gördü. Elbette yerine getirememekte, hatırlamamakta haklı...” diye hüsn-ü zannını muhafaza ederek Kadı Efendiye kendini hatırlatmaya çalışmış: “Efendim, aşağı yukarı bir sene önce, böyle bir bahar günü uğramıştım hane-i saadetinize. Hacca ve mübarek beldeleri ziyaret etmeye niyet etmiş ve sizin huzurunuza çıkmıştım. Muhabbetle karşılamıştınız. Kimsemin olmadığını izah edip varım yoğum olan birkaç kese altını da size emanet bırakmıştım. Dönmeyecek olsaydım bendeniz adına mescid ve hamam yapıp kalanını da onlar için vakfa ayıracaktınız."
“Hımm!” diyen Kadı, birkaç kere iç çekmiş. “Olmaz! Hacca gitmeyi, insanlara nahak yere yapışma vesilesi mi yapıyorsun? Ben ömrümce kimsenin emanetini teslim almadım, mesuliyetini kabul etmedim ki devamı sen olasın!” diye cevap vermiş. DEVAMI YARIN