Kara kara düşünürken Müftü Bey çıkıp geldi!

A -
A +
 
 
Mahkeme salonu olarak kullanılan yere geldiğinde jandarmalar isim yazıyorlardı. Bayağı da kalabalık vardı. 
 
İşte o geceden beri kendisinde çok derin bir yerde saklı, esrarlı bir zembereğin harekete geçtiğini duyuyor gibiydi. Bu içinde bulunduğu kâinat karşısında artık aynı adam değildi. Her şey onda sanki daha derine, daha esaslıya doğru gidiyor ve bu yüzden günlük manzara ve çehreler kendisi için zaman zaman bulanıklaşıp hepten değişiyordu.
            ***
Gece boyunca gözlerine uyku girmeyen Lütfü Hocaya bu İd seferi, bir dağa tırmanmak kadar zor, bir çöl yolculuğu kadar zahmetli gelmişti. Toprak, ayaklarının altında, bir volkandan yeni fışkırmış gibi sert ve sıcaktı. Güneş denilen devasa ateş küresini, omuzlarının üzerinde, tek başına taşıyormuş gibiydi. Çivit mavisi semanın bütün ağırlığını, başına abanmış hissediyordu.
Mahkeme salonu olarak kullanılan yere geldiğinde jandarmalar isim yazıyorlardı. Bayağı da kalabalık vardı. Köyün muhtarı, nikâhı yapılan yeni evliler bir köşede, nüfus müdürü, birkaç muallim, memur ve kaymakam beyin şoförü başka bir köşede toplanmış fiskos bir şeyler konuşuyordu.
Tek başına kara kara düşünürken Müftü Bey çıkıp geldi. Yanından geçerken durakladı, yalnız onun duyacağı sesle: “Sen kanunlara karşı gelirsin ha! Onun bunun kaçırdığı kızı nikâhlarsın ha! Şimdi görürsün! Hadi gelip seni kurtarsınlar o sevdiğin köylülerin!” dedi, uzaklaştı. “Vay be, işe bak! Demek durum bu kadar vahim!” diye düşünerek, meçhul akıbetini beklemeye başlamışken başka bir odadan da “Hâkim Bey çağırıyor” diye Lütfü Hocaya haber geldi.
Hâkim;
- Gel Hoca Efendi. Sana itimadım var. Hadiseyi başından itibaren anlat. Kâtip evladım, sen de yaz aynen!
- Peki Hâkim Bey anlatayım… Hadise yeni oldu. İki gün önce kızı kaçıran çocuğun babası Ahmet Sancar geldi; “Hocam ne yapacağız? Bizim deli oğlan Trakya tarafından bir kız kaçırmış, almış eve getirdi. ‘Oğlum bu kim?’ diye sorunca gayet pişkin, ‘gelininiz…’ dedi. Ne yapacağımı şaşırdım. ‘Nikâhınız var mı?’ diye sordum ‘yok’ dediler. Zaten korkularından kaçmışlar. Bizim oğlan inşaatlarda çalışırken bu kızın evi yakınmış, görmüş, birbirlerine âşık olmuşlar. Kız; ‘Adam gönderip istesen de babam şark tarafına, Erzurum’a kız vermez! Hadi kaçalım!’ demiş. Bizim oğlan Ali de delikanlılığa yediremeyip tuttuğu gibi elinden getiriyor. Eğer böyle kalırlarsa evde her gün günah işlenecek. Ne olursun, Allah rızası için bir duâ et, resmî muameleyi de İd’e gidip yaptırırız. Muhtarın haberi olup olmadığını sordum, o da evdeymiş. Hatta âzâlardan, akrabalarından birkaç kişi daha varmış. Yalvardı, gözü yaşlı komşuma fazla dayanamadım. Hem Ahmet Sancar Ağanın ısrarı, hem gençlerin zina günahına düşmemeleri, çocuklarının veled-i zina olmaması için, fi sebilillah Allah rızası için kalkıp gittim. Nikâhlarını kıydım, döndüm. Hadise bundan ibarettir. ... Falanca oğlu ... falancalar da oradaydılar…” deyip susunca. Hâkim:
- Yemin eder misin? dedi.
- Ederim... cevabını verdi. Kâtip de yazdığı kâğıdı çıkarıp önüne getirdi, imzalattı.
- Çıkabilirsin… emri üzerine de dışarı çıktı, aynı yerine geldi. Başladı beklemeye... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.