Sohbetin en derin yerinde gaipten bir ses duydu, ta ruhuna işledi! Şimşek çaktı, yıldırım düştü sandı. Bayılacak gibi oldu. O anda zaman durdu, gönlü neler düşündü neler? “Yine o! Galiba benden başka gören de yok ki hiçbir hareket yok...”
Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin “MECZUP” dediği tekrar ortaya çıkmış, insanların arasından avazı çıktığı kadar bağırıyordu: “Onu arıyorum! Onu gören, bilen var mı?” İbrahim Hakkı, sesin geldiği tarafa dikkatli bakıp pek de yabancısı olmadığı simayı tanımaya çalışırken, bir taraftan da kendi kendine konuşuyordu: “O, cemaatin içinde ayakta durup bağırıyor ama kimse aldırmıyor, kimse dönüp bakmıyor bile, oysa sesi o kadar gür ki; kulaklarımda yankılanıyor. Niye; ama niye sadece ben görüyorum?”
Cemaat; İbrahim Hakkı Hazretlerinin susmasına, kendi kendine konuşmasına bir mânâ veremiyordu. Fısıldaşmalar başladı:
- Ne oldu Molla İbrahim’e?
- Bildiğim; durgunlaştı!
- Bakışları aynı noktada.
- Nutku tutuldu âdeta.
- Allah, Allah! Nazar değdi!
- Molla İbrahim evliyaullahtandır. Onlara Allahü teâlâ öyle kuvvet vermiştir ki; bizim görmediklerimizi görür, duymadıklarımızı duyarlar!
- Tam hâl ehli oldu!
- İsmail Fakirullah efendimizin yerini doldurdu maşallah!
- Maşallah!
Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin bakışları üzerinde olan meczup hâlâ konuşuyordu. “Nerededir o? Onu arıyorum! Gören yok mu? Duymaz mısınız ey cemaat! Ben onu arıyorum!”
Sadece kendinin duydukları karşısında Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin âdeta dili tutulmuştu, ter içinde kalmıştı: “Aman Allahım! Vaazı bile unuttum! Ben nasıl anlatacağım hâlimi bu insanlara?” deyip kahırlanıyordu.
Cemaat ise çoktan çözülmüş, sessizce bulundukları yeri terk etmeye başlamışlardı. Neden sonra boşluğa konuştuğunu anlayınca çok fena mahcup olup yüzü kızardı. “Ne büyük imtihanım var, elhamdülillah” deyip yerinden kalkarken o sadece hocasını düşünüyordu, yanlış bir şey yapıp onun emanetini ziyan etmek endişesi içindeydi.
Tam talebe hocasının sohbetinden bıkmaz.
Dönüp başkalarının peşleri sıra bakmaz.
DEVAMI YARIN