Biraz sonra küflü ot, saman ve tezek kokularını duyacaktı. “İşte, duymaya başladım bile…” dedi, burnunu tuttu gayr-i ihtiyari... Aha, eskiden nasılsa yine öyleydi; iki sene önce bıraktığı gibiydi tozlu yolları; dar ve karanlık... Kocaman iki tahta bavulun arasında, uzun, acayip bir sütun gibi sıkılganlıkla yürüyordu. İskarpinleri hiç de alışık olmadığı bu yerde kâh bir çukura giriyor, kâh taşlara çarpıyor, kâh çamurumsu birtakım kaypak şeyler üzerinde kayıyordu ama umurunda değildi Hafız Lütfü’nün. “Köy yeri böyle olur…” dedi, yürüdü.
***
İstanbul’dan ilk gelişi tam bir sürpriz olmuştu herkese; çocuklara, hane halkına ve hatta bütün köylülere bile. Günlerdir yolunu bekleyen evlatları çoktan uyumuş, Hayriye Hanımefendiyle eltisi Yaşar Hanımefendi ise tandır başında eski günleri konuşarak, şakalaşıyor, hem yorgunluklarını gideriyor, hem de yakında kapılarını çalacak kıymetli misafirleri için yapacaklarını planlıyorlardı:
- Kız kaynanam hiç durmuyor. Dün kete yapmıştı, bugün de çil horozu kestirmiş...
- He ben de gördüm Yaşar. “Ana” dedim, “kertir, acelen neydi?” Sözümü kesti: “Sus kız! Hafız gelecek! Önüne cad mı koyayım?” dedi, azarladı. Beni, ağzımı açtığıma bin pişman etti. Bu sıralar yanına hiç yaklaşılacak gibi değil!
- Ana yüreği kız! Kolay mı? Sen Kuddüs’ü unutabildin mi?
- Kız, her aklıma gelince ciğerlerim kökünden kopacak gibi oluyor.
- Sabredeceğiz! Kolay değil ama… Bu sıraları kaynanam tam kaynanalık yapıyor; hem çok çabuk kızıyor, hem de telaşlı...
- Evlat yolu beklemek kolay değil kız. Ömer, Erzurum’da, daha yaşı çok küçük... O, ta dünyanın öbür ucunda… Gitmesi, gelmesi kolay olmayan bir yerde. Ölüm var, kalım var!
- Kız Hayriye Bacı, sen de bütün suçu kaynanama atıyorsun! Asıl ciğerleri yanan kimmiş ben biliyorum.
- Allah iyiliğini versin Yaşar! Seninle de konuşulmaz ki!
- Yeter, kaynana muhabbeti. Bir mâni atışması yapalım! Ne dersin?
- He derim!
- O zaman dinle Hayriye Bacı!
- Hadi bakalım!
Yaşar:
Yaz gelsin, yar yaz gelsin,
Yâre mektup yaz, gelsin.
Çık, salın, bir dolan yâr.
Şu Aha’ya yaz gelsin.
Hayriye:
Yaralan yâr, yaralan,
Sevda çek de yaralan.
Evinde sultan olur,
Şu Narman’dan yâr alan.
Yaşar:
Yüz güzel, yâr yüz güzel,
Gir gönlüme, yüz güzel.
Bu Aha’ya bir değil,
Kurban olsun yüz güzel.
Hayriye:
Ben söylerim, Yaşar lâl.
Yakışmıyor kız bu hâl.
Erim geldi giderim,
Sen burada hoşça kal.
- !!!
İşte böylesine gelinler içeride gülüp vakit öldürürken, yalnız Hüsna Ana dışarıdaydı. O da akranları Akka Ana, Küçük Ana, Nafize Bibi ile birlikte iken kalbinin sesini dinleyerek herkesten habersiz Raziye Bibilerin bacasına çıkmış meğer. Kamyonun sesini duyunca da en yakınındaki tezek kalaklarını siper ederek başlamış beklemeye. DEVAMI YARIN