Devası olmayan bir illete yakalandım! Yandım, perişan oldum! Öldüm, bittim!
Uzandığım yerden sordum:
- Kardeş! Derdin ne ki böyle acı acı inliyorsun?
Hacı, meğer beni tanıyormuş. Sesimden, kılık kıyafetimden zaten tanımayan yoktu.
- Behlül sen misin?
- Başka kim olacak?
- Öyle ya! Bağdatlı tek Behlül var.
- Çok dertlisin!
- Allah hakkı için yaramı deşme Behlül! Âhir ömrümü rezil ettim! Kendi elimle kendimi bitirdim! Devası olmayan bir illete yakalandım! Yandım, perişan oldum! Öldüm, bittim!
- Ölüm, hiçbir derdin devası değildir. Bilhassa insana bulaşmış olan “zulüm" derdinin ise hiç değil! Senin ağlaman da zulme uğramış kişinin ağlaması da aynı! Sakin ol! Rahat bir şekilde hâlini arz et de bakalım ne yapabiliriz?
- !!!
Sanki bir şey yapabilecekmişim gibi bu suâlime karşılık Hacı da hâlini ve bütün yaşadığı acı tatlı hikâyesini nakletti bana. Bilhassa Kadıyla alâkalı duyduklarım karşısında küçük dilimi yuttum, fena oldum. Sultanımız Harun Reşid bana hep "saraya gel, sana adam gibi bir iş vereyim…" deyip duruyordu. Şimdi olmayacaktı da ya ne zaman olacaktı? Dişlerimi sıktım, başımı salladım elimde olmadan ve Hacı’ya şöyle dedim:
- Bu hayır görmemiş Bağdat kadısı, bu evden neler çıkarmış bilmiyoruz. En kısa zamanda bu kapıyı onun yüzüne kapatmak elzem! Acele edelim ve sen de başına gelen belânın çoğunu bana anlattığından dolayı Allahü teâlâya hamd ve şükret.
- Elhamdülillah!
O hızla kalktım, zulme uğramış Hacı’nın elinden tuttuğum gibi yola düştük. Kısa zamanda Harun Reşid Sultan’ımızın sarayına ulaştık. Pehlivan yapılı iki zaptiye önümüze dikildi:
- Bu saatte ne işiniz var burada?
- Vaktin geç olduğunu ben de biliyorum Yiğidim! Sultan’ımıza arz edeceğimiz mühim bir maruzatımız var! Çabuk olun! "Behlül geldi! Huzura çıkmak için müsaade istiyor…" diye haber verin!
- Peki Behlül! Şöyle bir istirahat edin bakalım.
- Çok acil! Oturacak vaktimiz yok! Hemen şimdi!
Hacı ile beraber dışarıda beklerken zaptiyelerden biri koşarak içeri girdi. Biraz sonra da geri döndü. “Yalnız sizi bekliyor…” deyip vazifesinin başına geçti.
Yeni Hacı, eski zengin, şimdi fukara olan Taciri kapıda bırakarak içeri girdim. Sultan’ım meğer hasretimi çekiyormuş, içeri girdiğimi görür görmez hürmetle ayağa kalktı, “Nerelerdesin be Behlül?” deyip boynuma sarıldı. Aylar sonra ve geç saatlerde beni böyle karşısında gören Halife, pek şaşırmıştı. Hemen sordu:
- Behlül, bizi hatırlatacak ne oldu da teşrif ettin, hem de bu geç vakitte?
- Ne zaman unuttum ki muhterem Efendim? Nereye gitsem hep sizinleydim!
- Ben de öyleydim! Ha Behlül geldi gelecek diye gözüm hep yollardaydı! Şükür Rabbimin verdiklerine! Yine kavuştuk.
- Elhamdülillah. Şey! Sultan’ım… DEVAMI YARIN