Kendimin zıddı, yine kendimdim!..

A -
A +

Sık sık “Unutursan unutulursun…” derdi anneciğim… Bazen havanın güzelliğini, serin bir rüzgârın esişini, akkelebekler misali gri semadan uçuşan karın yağışını, yağmurun sesini, aşkı, acıyı ve nefreti dahi unuttuğumuz olurdu dünya telaşından. Unutmak insanoğlunun fıtratında var galiba. Yaşamadan yanına kâr kalan bir hayal kırıklığı olur ve sen her şeye rağmen hayata sıkı sıkıya tutunursun ya... ben işte öyleydim, ya da öyle hissediyordum. Vazgeçmemek adına kendimi kaybettim hepten, her şeyden oldum. Yitirdiğim hissiyatımı güya mantığımla bulmaya çalışıyor, aklımla da var oluyordum. Bende his kalmadığından mı ne hep canım yanıyordu.

Yalnız kalmada rekor kırıyordum. Ah bir sarsalardı sevgiyle kimsesizliğimi, daha ne isterdim. Başkalarıyla ve bilhassa kendi kendimle muharebe etmekten bıktım usandım, vazgeçtim istikbalime ait beklentilerimden ve de korkularımdan! Sonunda pes ettim ve devam edemeyeceğimi iyice anladım. Kendimin zıddı, yine kendimdim. İçimdeki deliyle var olmaya mahkûmum. Hem mücadele içindeyim onunla, hem onsuz var olmamın manasızlığını biliyorum. Ne kadar acayip değil mi? Benim gibi içindekilerle kavgalılar çok iyi bilirler dışarının yavan kaldığını ve de amansız zorluğunu…

 

     ***

 

Bir rüya gördüm, yağmur sularına karışmış.

 

Hem başımdan aşmış.

 

Batıyorum,

 

Çıkıyorum.

 

Olmuyor pes ediyorum!

 

Pek de korkuyorum!

 

İnsan üzmeye alışmış niceleri var…

 

Kendini sanıyor çoban, başkalarını davar.

 

Henüz orta yaşlarda,

 

Oturmuş başlarda.

 

Kesiyor ahkâm,

 

Dünya yansa ne gam!

 

Bir çocuk gördüm kesilmiş saçları…

 

Kan ter içinde topluyor kurumuş ağaçları.

 

Ağlıyor oturduğu yerde bir ihtiyar!

 

Olmadı bu dünya kimseye yâr,

 

Bana mı olacak ağyar?

 

Yağmur yağar, bazen dolu, kimi zaman kar.

 

Ne gelen, ne de giden var.

 

Dünya tadı bal tadı,

 

Dünya beni aldattı,

 

Altına zehir koymuşlar,

 

Yine üstü bal tadı…

 

     ***

 

Doktor Nefise bir gün “Sana, hayatın içinden, yaşanmış bir hadiseden bahsedeceğim” dedi, bir aile hikâyesi anlattı. Tanıdığım günden itibaren bu doktor hanımı çok zeki, bir o kadar da samimi buluyordum. Hiç yapmacıklığı yoktu, menfaatçilik ise sıfırdı. O bakımdan tanıdıkça da sevdim ve müptelası oldum. Artık onsuz yapamıyordum. Benim kocamla iyi geçinmediğimi sezmiş olmalı ki problemlerimizi çözmemiz için “Kızım sana diyorum, gelinim sen işit…” kabilinden örnekler veriyordu. Ben de oldukça merakla dinliyordum…

 

     ***

 

Adamın biri hanımefendisine pek hoş davranmaz, her fırsatta kalbini kırarmış. Bir gün işten hanesine gelmiş “Miskin kadın kalk! Görmüyor musun işten geldiğimi? Çok acıkmışım çok! Hem de yorgunum! Hadi oyalanma çabuk sofrayı kur…” diye gürlemiş. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.