"Keşke herkes sizin gibi deli olsaydı Behlül Baba!"

A -
A +

"Babanız hüsn-ü zan etmiş. Siz de biliyorsunuz ki bu dünya fâni. Er geç herkes bir vasıtaya binip ahirete yolculuk yapacak."

 

 

Behlül Dânâ:

 

- Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, nasip edeceğine söz verdi çocuklar. Bunun için "Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslâm bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip eyle ve beni, yanlış yollara gitmekten muhafaza et, koru…" diye duâ etmeli, istihare yapmalı! Cenâb-ı Hak mutlaka doğru yolu gösterir.

 

- Babam boşuna demiyormuş "Behlül, bu devrin en büyük âlimi…" diye.

 

- Babanız hüsn-ü zan etmiş. Siz de biliyorsunuz ki bu dünya fâni. Er geç herkes bir vasıtaya binip ahirete yolculuk yapacak. Herhangi bir vasıtaya binmek değil, doğru vasıtaya binmek mühimdir çocuklar. Yanlış vasıtaya binen, istediği yere değil, vasıtanın gittiği yere gider. Kâbe’ye gitmek için niyet edip Kudüs’e giden kervana katılan, niyeti halis olsa da Kâbe’ye varamaz.

 

- Neler anlatıyorsun Behlül Baba?

 

- Boş verin çocuklar, deliliğime bağışlayın!

 

- Keşke herkes sizin gibi deli olsaydı!

 

- Keşke demek münasip olmaz çocuklar. Bütün dünya bize verilse, fakat itikadımız düzgün değilse, hâlimiz haraptır. Eğer bütün dertler bize verilse, itikadımız doğru ise, üzülmek gerekmez. Felaketten kurtulmanın tek çaresi, kurtulanlarla beraber olmaktır.

 

KITMÎR, köpek iken, Eshab-ı kehf ile beraber olduğu için Cennete girdi. O hâlde kim olduğumuz ve ne olduğumuz değil, kimlerle bulunduğumuz çok mühimdir, oldukça önemlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyle: "Salihlerle beraber olan kötülerden olmaz…”

 

- Biz her gün bu saatlerde buraya gelelim, böyle anlatın  Behlül Baba.

 

- Nasip varsa olur. Hani bir söz var ya; "Nasibin varsa gelir Hint’ten Yemen'den, nasibin yoksa gider yanından, ne gelir elden…” Bize düşen doğru olan işleri yapmak için gayret etmektir. Tarafımızı belli etmemiz lazım. Nemrut’tan mı yoksa İbrahim aleyhisselâmdan mı yanayız?

Çiçek tarlası yeşillikler arasında yürürken çocuklardan art arda gelen suâller beni rahat bırakmıyordu:

 

"Burada sadece bu gördüğümüz hayvanlar mı var  Behlül Baba?" "Şu ilerideki koca duvarlar da ne oluyor?"

 

"Büyük yapı kimin?"

 

"Senin ailen, çocukların yok mu?"

 

"Tek yaşamaktan korkmuyor musun?"

 

Tertemiz kalplerden çıkan bu ve benzeri suâlleri duyunca gayr-i ihtiyari tebessüm ettim ve cevaplamaya çalıştım dilim döndüğünce.

 

Doğru söylemem şarttı. Söyleyeceğim şey mahzurluysa onu yalan yanlış değil de ya hiç dile getirmemem lazımdı, ya da yalana düşmeden doğrusu neyse ve çocukları ürkütmeden söylemeliydim:

 

- Bu gördüğünüz yüksek bina halife-i Müslimîn’in sarayı, herhangi kimsenin değil. Yani devletimizin. Memleketimizin idare edildiği merkez.

 

- Kocaman bina! Saray demek böyle bir şeymiş! Ne yapıyorlar orada?

 

- Evet, saraylar büyük olur. Burada devlet işlerinde vazifeli insanlar çalışıyor.

 

- Bağda, bahçede, tarlalardaki gibi mi?

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.