Jale'nin arkadaşlarına yazdığı not şöyle devam ediyordu:
Kıymetli kardeşlerim; söylemek isteyip söyleyemediklerinizi, boğazınızda düğümlenenleri, çok kere yutkunduğunuzu, bazen yutkunduğunuz sözlerin, sonunun nereye varacağını tahmin edemediklerinizi, “Keşke böyle düşünmeseydim, öyle bakmasaydım, öyle demeseydim…” diye içinizden geçirdiklerinizi anlamaya başladım. Bu hususta epey tecrübem oldu. “Jale içimizi okuyor!” deyip büyük konuştuğumu sanmayın lütfen!
Hem sizi çok iyi tanıdığımı itiraf etsem de bir şey değişmeyecek. “Her şeyi bildiğimi fakat bilmek istemediğimi” söyleyip yine bildiğinizi yapacaksınız.
Sokakta yürürken insanların boş bakışlarla etrafı niçin seyrettiklerini, aceleyle hareket edip sağa sola niçin yalpalayıp durduklarını, binecekleri vasıtayı kaçırdıktan sonra el kol sallayarak ettikleri küfürleri, iş çıkışında mühim bir vazifeymiş gibi hemen gevşettikleri kravatları, birbirine karışan makyajları, rüzgârda savrulan saçları, kulağında marka telefonuyla yüksek sesle konuşanları görmeyenimiz yok… Şundan eminim ki; bunca insan koşar adım birbirimizden uzaklaşmak istiyoruz. İşten, iş yerinden değil yakınımızdaki insanlardan kaçıyoruz. Size bize “Aman ne olursunuz durun!” diyen de yok merak etmeyin!
Bu husustaki hızınızı daha da artırabilir, etrafı toza dumana boğabilirsiniz. Zaten mâni de olamam! Anlamadığım bir şey var? Kim, kimden, niçin kaçıyor? Bu soruyu bilhassa ve önce kendime soruyorum gayet tabii olarak. “Ben kimden ve niçin kaçıyorum?” diyorum ama cevabını bulamıyorum. Belki de bu yazdığım bir kaçış mektubudur.
Nefsime mi sözüm geçmiyor, evimden, evlatlarımdan mı sıkıldım, eş dost, hısım akraba ve yakın uzak çevremden mi bunaldım, yoksa başka bir şey var da ben mi bilmiyorum?
Sevinçlerimi bilemediğim gibi acılarımı bile doğru dürüst tanımıyorum galiba. Oysa insan acılarını tanıdıkça ancak kendini tanıyabiliyormuş. Eskiler derlerdi ki: “Acı insanı olgunlaştırır…” Maalesef olgunlaşmanın başka bir yolu yok herhâlde. Acıyı hissetmeyen kalpler ancak çocuk kalmaya mahkûm.
Bir de acı çekerken yalnız kalıyorsun. Bütün yükü omuzlamak mecburiyeti, insanı daha bir olgunlaştırıyor olmalı. Bize ne katar bilemiyoruz. Yine hayatın sillesini hiçbir şekilde yememiş şımarık insanlarla karşılaşmaya devam edeceğiz ömür boyu maalesef.
Olgunlaşmak kolay değil. Üzerine giydikten sonra da bir rütbe gibi kalıyormuş, artık çıkaramazmışız. Her hareket ve davranışın ona münasip olması bekleniyor bundan sonra. Çok zor be kardeşim!
Yine acı üzerine şöyle bir sözümüz de vardı: “Acı patlıcanı kırağı çalmaz…” diye. Hakikaten öyle miydi, yoksa biz mi olgunlaşmayacak kadar katı kalpliydik? İnanın bilmiyorum. Böyle bir hissiyatla iki cendere arasına sıkışmış vaziyette uzun süre yaşamak da zor görünüyor. Hatta zorun da ötesinde âdeta imkânsız bir şey! DEVAMI YARIN