Vedalaşıp köyden çıkınca yepyeni bir güne daha merhaba diyordu Lütfü Hoca... Şimdi Sütpınar’dı hedefi...
Lütfü Hoca, o din büyüklerini anlatmaya devam ediyordu:
- Öfke denilen şeyden uzak, sabır zenginiydi. İddiacı, kavgacı, tembel, miskin değildi. Güzel ahlâk konusunda örnekti. Kul hakkı geçmesin diye kılı kırk yarardı, üzüntülü hâllerinde de yüzünden gülücükler eksik olmazdı. Yanına gelen ferahlardı.
- Allah adamları hep aynıdırlar maşallah! Rabbim milletimizin başından eksik eylemesin!
- Âmin! İlm-i siyaseti çok iyi bilir, gizlisi saklısı yoktu. Bitmeyen işleri vardı, oldukça zeki, feraset sahibiydi. Sadece evini geçindirecek kadar malı, davarı, arazisi olduğu hâlde, o kendini zengin sayardı.
- Hımm! Şimdi daha iyi anlaşıldı çok sevilmesi; gönül zenginliğinden ve kalp kuvvetinden dolayı... Bir de SEYYİDLİK tabii!
- Evet, Hiç söylemezdi Seyit olduğunu ana.
- Candan, samimi olmak herkese nasip olmuyor. Baban derdi ki; “Dünya hayatı çabuk geçer de, kimse buna inanmaz bir türlü. Ölümü konuşmak ağır gelir insanoğluna…” Ondan kaçan fâni dünyaya sığınıyor, süslüyor püslüyor. Sonra da elinin tersiyle itip ahirete göçüyor. Bu insanoğlunu anlamak zor oğul!
- Kolay olsaydı herkes anlardı! Bir de şöyle derdi Hasan Baba hazretleri:
Ona güzellik veren yüzüdür,
Yüze güzellik veren gözüdür,
İnsan süsüyle değer kazanmaz,
Onun kıymeti bir çift sözüdür.
- Her söz de ayrı bir tecrübenin neticesinde söylenmiş! Boşuna değil! Ne destanlar yatıyor onların altında kim bilir!
- Ecdat hiç boş iş yapmamış, boş laf dememiş Ana.
- !!!
Vedalaşıp köyden çıkınca yepyeni bir güne daha merhaba diyordu Lütfü Hoca. Anacığının duâsının üzerine Hasan Babadan bahis açıp konuşulması daha bir rahatlatmıştı. Şimdi Sütpınar’dı hedefi. Aile efradı ve bütün köylüler maceralı bir seyahatten sonra hocalarını karşılarında görmeyi pek istiyor olmalılar, diye düşünüyordu. “Kimseyi merakta bırakmayayım bari…” dedi atını sürdü.
Aklında, dünkü çelik telgraf telleri vardı. Zaten ne zaman çıkmıştı ki. Aynen olduğu gibi aynı yerde, ufak bir ilaveyle duruyordu. Akıl edip biri, eski bir çaput bağlamıştı da, uzaktan yolun ortasında dikkati çekiyordu. “İnşallah benim durumuma başkaları düşmez…” dedi, başını eğerek yavaş yavaş geçti.
İd’de işlerini bitirip Keğani yoluna girince daha bir keyiflenmişti. Bunda; yeniden bir musibeti bertaraf etmesinin ve köye muvaffak olarak dönmesinin tesiri büyüktü. Kıvrıla kıvrıla giden inişli-çıkışlı toprak yolda, yeni nallattığı Doru atının, dıgıdık dıgıdık ayak sesinden maada; kulaklarının aşina olduğu serçe cıvıltıları, karga gaklamaları, hafif rüzgârın ıslık çalarak esintisi, onu alıp alıp ne hayallere götürmüyordu ki?
Seher vakti seccademe diz çöktüm,
Yalvardım, yakardım kalbim açılmaz!
Issız köşelerde gözyaşı döktüm,
Kör değilim ama gözüm açılmaz!
DEVAMI YARIN