"Fakirullah Efendimiz; dünyaya şan salacak bir âlim yetiştirmekte."
Aslını öğrenmeye pek hevesi de yoktu… Sadece anlatılmaz bir şeyler; ağrı, sızı dese; tam uymuyordu, hasretlik, özlem dese; daha İbrahim yeni gelmişti, evlenip yeni bir hayat kurmak; zaten çok erkendi. Ne varsa kafasındaydı... Bir şeyler hatırlamak için yollara, karşı dağlara, ara sıra başını kaldırıp gökyüzüne bakıyordu sessizce.
“Bugün içim daralıyor her nedense” diye kendi kendine söylenerek, derin bir nefes aldı. Güneşin kızıllığı vurmuş gözlerine, sisler altındaki ufkun derinliği sarmış her yeri; tam göremiyor, izah edemiyordu içindeki bulanıklığı…
Her şeyi vardı; arkadaşları tarafından sevilip sayılıyor, canından can İbrahim’i yanında. En sevdiği hocası, kaç senedir onu bir kere olsun yalnız bırakmıyordu... Daha ne olsundu? Fakat şu son günler ne yaptığından zevk alıyordu, ne de başka şeylerden… İçinde bir huzursuzluk vardı; böyle sanki derinden birisi sesleniyor, daralıyor, sıkılıyordu Derviş Osman…
Kafası karışık etrafını seyrederken gözü medreseye takıldı. Sağda solda ikişerli, üçerli talebeler; kendi aralarında sohbet ediyor, dolaşıyorlardı. Tam bir akşam hazırlığı havası…
Medresenin yakınında çevresi uzun selvilerle çevrilmiş ufak bahçe gibi çimenlik bir sahada samimi arkadaşı Molla Muhammed’le birlikteydi Derviş Osman.
Arkadaşının garip hâllerini fark etmiş olmalı ki Molla Muhammed havadan sudan bir şeyler anlattı. Anlattıkları Derviş Osman’ı dalgınlığından uyandırmaya yetmedi. Mevzuyu dolaştırdı tahsil hayatına, İbrahim Hakkı’nın üstün meziyetlerine getirdi. Söz İbrahim’den açılınca Derviş Osman’ın yüzü güldü.
- İbrahim pek hevesli maşallah! Durmadan sorular soruyor! Biliyor musun babası, bazen beni zorluyor da. Çaresiz ders çalışmadan karşısına çıkmamaya çalışıyorum. Neme lazım bu yaşta çocuğa karşı mahcup olmak da istemem...
- Evet kısa zamanda herkesin sevgisini kazandı. Efendi Hazretleri’nin himmeti olacak. Oğlumun ilme karşı hevesi pek arttı. Her sabah ve akşam hadîs, tefsir ve fıkıh dersi istiyor benden.
- Desene Fakirullah Efendimiz; dünyaya şan salacak bir âlim yetiştirmekte.
- İnşallah. Allahü teâlâ ömrü boyunca din-i İslâma hizmet etmesini nasip eylesin.
- Âmin! Âmin! Ya şu tepeye doğru yürüyen İbrahim değil mi?
Molla Muhammed’in parmağı ile işaret ettiği yere doğru bakıyordu Derviş Osman. Yeniden aynı şeyleri düşünmek istemiyordu. Bir anlığına küçük bir kayanın arkasında kaybettiği görüntü, bir daha ortaya çıktığında dikkatlice baktı. Evet evet, tepeye doğru yürüyen İbrahim Hakkı’ydı. Kuzuları da önündeydi. Heyecanla ama fısıldayarak sordu:
- Bak işte kuzuların yanında. Sen de gördün mü?
- Evet o.
- Nereye gidiyor dersin?
- Bilmem, devamlı o tepeye çıkar.
- Allah Allah! Tek başına ve dağ! DEVAMI YARIN