Kitap dolu raflar, her biri bir sanat eseri hatlar...

A -
A +
 
 
“Ahlak ve edep, aklın dışarıdan görünüşüdür. Kişinin aklı edebi kadardır.”
 
 
Küçük İbrahim; gönlünde masum bir meleğin var olduğuna inanıyordu hep… Evet; her şeye rağmen inanıyordu. Ama artık emindi kendinin değil ama Allah yolunda olanların; saf ve temiz bir melek gibi olduklarına… Bu düşündüklerini ta kalbinin derinliklerinde hissediyordu. Ne zamandır içinde bir şeyler uçmaya can atıyor, içindeki bir yerlerden sessiz, sevinç çığlıkları yükseliyordu… İçindeki gizli bir el dürtüyordu ona:
“Hadi ne duruyorsun oku, araştır, incele bütün tabiatı, hayvanatı, insanları, fezayı, yıldızları ve bütün kâinatı da unutma” diyor, gibiydi…
Bugünlerde daha çok sevmiyordu kendini. Nefsini sevmenin iyi bir şey olmadığını pekâlâ biliyordu. “Şikâyetçiyim bu uslanmazdan, ipe-sapa gelmez İbrahim Hakkı adlı çocuktan!” Pek çok dersler çıkardı, hesaplar yaptı bu kapı önü oturmasından. Artık eskisi gibi içi de yanmıyordu. İlme susamıştı o. Okumaya, öğrenmeye iyice hazırdı.
 
Her dilde Ânın adı.
Her canda Ânın yâdı.
Her kuladır imdâdı!
Mevlâ görelim neyler?
Neylerse güzel eyler…
                                    ***
          KÜÇÜK TALEBE BÜYÜK MEDRESE
Misk-i amber karışımı çimen ve toprak kokan loş ve dar bir giriş yerinden geçti. Avlu; o yürüdükçe büyüyor gibiydi. Biraz önceki konuşulanlar; sanki kalbine işlemişti: "İlim yükseltir, cehalet alçaltır.”
“Ahlak ve edep, aklın dışarıdan görünüşüdür. Kişinin aklı edebi kadardır.” Cümleleri demir tokmak olmuş, kafasına kafasına vuruyordu sanki. O gidiyor, medrese genişliyordu. Ne güzel bir ruh hâliydi ki; sevincini anlatmakta zorlanıyordu. Kitap dolu raflar, her biri bir sanat eseri hatlar, rahleler daha neler neler… Talebe odalarından çıkanlar gitgide çoğalıyor, onu karşılamaya geliyormuş havası oluşuyordu…
Medresenin büyük ve açık kapısından içeri girince her şey daha bambaşka geldi İbrahim’e… Kubbesi çok yukarılarda, içerisi serin ve oldukça da ferahtı. Girişten itibaren bütün duvarları kalın kalın kitapların sıralandığı raflar süslüyordu. Renkli minderler, halı yastıklar, şamdanlar, ibrikler duvarların üst kısımlarını boydan boya dolaşan âyet-i kerimeler, hadîs-i şerifler, çeşitli tesbihler, takkeler… İlimle alâkalı çok şey vardı. Her taraf bir sanatçının elinden çıkmışa benziyordu. Taşlar bir dantel gibi işlenmişti. Kocaman bir masanın üzerindeki ciltli kitapların bir kısmı üst üste, bazıları yan yana diziliydi. Belli ki en çok okunanlar bunlardı. Her yaştan talebeler güler yüzlü, kendilerinden emin görünüyorlardı. En yakın dostlar, samimi ahbaplarmış gibi kol kolaydı… Yere serili kalın keçelere gözü takıldı İbrahim’in; “yazın serin, kışın sıcak tutar” diye düşündü. Sağda solda ikişerli, üçerli bazı talebeler de kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Kulağına gelen konuşmalar hoşuna gidiyor, daha bir huzurla doluyordu.
“Bu çocuk varya çok bilgiliymiş.”
“Derviş Osman Efendi’nin mahdumu; İbrahim…”
“İbrahim Hakkı; çok akıllıymış.”
“İsmail Fakirullah hazretlerinin hususi teveccühleri varmış üzerinde…” DEVAMI YARIN
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.