"Komiser Bey, kim olursa olsun, ben bana yakışanı yapmalıyım!"

A -
A +
 "Çok hırslıydılar, başka bir şey demeden istediklerini yapıp çıkarken Hocam Alvarlı Efe’nin ilahisini mırıldanıyordum..."
 
Durumu gören komiser fena hislendi. Gözlerinden akan yaşları göstermemek için sırtını döndü.
- Ya kardeşim bu hırsız! Adı üstünde “hırsız” işte! İşi, mesleği bu! Senin her şeyin; bir kat elbise... O da ona göz dikmiş! Bu merhametsiz adam en kıymetli şeyini çalıyor, götürüp beş on kuruşa verecek bir ipsize!
- Komiser Bey, kim olursa olsun, ben bana yakışanı yapmalıyım! Davacı da değilim!
Der demez, hırsız başladı başını duvarlara vurmaya. “Ben ne yaptım, ne yaptım?” deyip ağlıyordu sadece. Susturmak için bir başka polis saçlarından tuttuğu gibi yüzükoyun yere çarptı. Ağza alınmaz küfürler etti. Koştum yerden kaldırdım.
- “İnsan böyle bir adamın, tek takım elbisesini çalmaya kıyar mı? Hiç utanmadın mı sana çay içirirken? Zehir zıkkım olsun! Alçak herif, şerefsiz, utanmaz!” daha neler sayıp sövmüyordu ki. Sonra komiser bana döndü:
- Hocam, bunların cezasını vermezsek akıllanmazlar! Sen şikâyetini geri alma! Sakın hissî davranma! Çünkü suçüstü yakalanmış! Cezasını çeksin!
- Komiser bey; ben talebeyim, derslerimden geri kalırım, hem yol param bile olmayabilir. Mahkemeye vaktinde gidip gelemem. Beni bu işten halas edin. Davacı değilim!
- Tamam hocam! Al şu kâğıda “davacı olmadığını” yaz... Sen serbestsin. Artık hiçbir mahkemeye gelmeyeceksin. Ama biz bu alçağın peşini bırakmayacağız!
 Çok hırslıydılar, başka bir şey demeden istediklerini yapıp çıkarken Hocam Alvarlı Efe’nin ilahisini mırıldanıyordum sadece:
 
Kimsenin gönlünü kırma,
Sakın harama el urma,
Bir ferdin aybını görme,
Günah meclisinde durma.
   Sakın incitme bir canı,
   Yıkarsın arş-ı Rahman’ı…
                   ***
           ACI HABER!..
Kış, çoktan gerilerde kalmıştı. Pırıl pırıl bir sabah, hüzünlü kalbinin karanlıklarını aydınlatıp Hafız Lütfü’ye, çocukluğunu geri veriyordu âdeta. Ilık bir rüzgâr, gönlünü canlandırıp ruhunu neşelendiriyor, bütün kederini izale edip gideriyordu. Yelin tesiriyle olsa gerek, bahçedeki ağaçlar sağa sola sallanarak âdeta sabahın gelişine alkış tutuyor gibiydi. Her yaştan ve cinsten insanlar, erkenden yollara dökülmüş kimi işine, kimi mektebine yetişme derdinde, kimi de gezme telaşındayken o ise; yüzlerini unuttuğu hane halkını düşünüyordu. “Çalışma aşkı içlerinde depreşmeye görsün, kimseyi tutmak mümkün değil lakin benim aklım da fikrim de pek uzaklarda...” diyen Hafız Lütfü, üzgün ve biraz dalgın, kursun penceresinden, çevrenin güzelliğini seyrediyor, kendi kendine hayatın sırrını sorguluyor; topluyor, çıkarıyor, çarpıyor, bölüyor, ne yapıp ediyorsa da sağlıklı bir neticeye ulaşamıyordu.
En samimi arkadaşına; “Neredeyse bir seneyi geride bıraktım, talim terbiyede mesafe aldım mı, almadım mı” diye soruyor, arkadaşlarından biri de; “Senin ‘hırsızlık’ kabiliyetin yüksek...” deyince medrese karışıyor ama çabuk da düzeliyor. “Hırsızlık” derken arkadaşının kulak hırsızlığını, sesleri tanımayı, kıraatle alakalı her türlü telaffuz ve okuma şekillerini çabuk öğrendiğini anlatmak istediğini izah edince gülüşmelerle iş tatlıya bağlanıyor.
Talebelik hayatı acı, tatlı ne hatıralarla dolu? DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.