Komşusu Naciye Abla ile kız bakmaya gidiyorlardı...

A -
A +

"Maşallah, ateş gibi bir çocuk! Bir evi ver, çekip çevirir evvel Allah! Sanki büyümüş de küçülmüş. Bu yaşta her iş elinden geliyor..."

 

 

 

Hayriye Hanım, kız bakmak için, evden çıktı, komşusu Naciye Ablayı aldı. Mevlüt Ustaların demirci dükkânı yanından, Hacı Dilavarların basmalıktan çay kenarına indiler. İki hanım ehramlarına bürünmüş toprak yolda yürüyordu. Çay kenarını boydan boya uzun kavaklar ve söğütler süslüyordu. Serin bir rüzgâr esiyor, ağaç dallarını nazlı nazlı bir o yana bir bu yana dalgalandırıyordu. Tek katlı toprak evlerin gölgeleri arasından yavaş yavaş Hacı Dursun Ağanın bahçesine doğru ilerlediler. Fuat Beylerin evlerinin önündeki meydanlıktan Çerme’nin yanına vardıklarında bir kızcağız kovalarına su dolduruyordu. Naciye Abla fısıldayarak:

 

- Yenge, Ahmed Ağanın kızı...

 

- Öyle mi? Tanıyorum az çok da… Yazın tarla biçerken bizimki görmüş, anlata anlata bitiremiyor.

 

- Maşallah, ateş gibi bir çocuk! Bir evi ver, çekip çevirir evvel Allah! Sanki büyümüş de küçülmüş. Bu yaşta her iş elinden geliyor. Çok mahir, becerikli. Çabuk evlendirirler. Şimdiden talipleri varmış. Başka köylerden ağalar gelip gidiyormuş.

 

- Aceleleri ne ki?

 

- Herkes, canlarından can evlatlarına iyi birini arıyor haklı olarak.

 

- Öyle ya...

 

- Analar, babalar küçük yaşta başlıyorlar ailelerine yakışacak olanları tespite. Her kız evlenir ama gelin olamaz, gelin olsa da ana olamaz!

 

- Ana olsa da karı-koca olamaz! Uzadıkça uzar bu liste Naciye Hanım! Rabbim onun da hakkında hayırlısını versin, diyelim. Kız çocuğu Allah muhafaza, yerini bulamadı mı hepten yandı gitti! Cenâb-ı Allah, iyilerle karşılaştırsın.

 

- Niceleri var iki gözü iki çeşme ağlıyor! Yapacakları bir şey yok!

 

- Kader, kısmet!

 

- !!!

 

Sohbet ede ede Münir Dayıların evine yaklaştılar. Onlar da Hacı Efenin hanımı gelecek diye ortalığı temizlemişler, düzene koymuşlar. Kapının önüne varana kadar her taraf çiçek desenli sulamayla ıslatılmış, silinmişti. Belli ki gelen misafirlerini mühimsiyorlardı.

 

Hayriye Hanımın babasıyla bu geldikleri evin diğer bir kardeşi Horasan’ın Zanzak köyünden kapı komşularıydı. Birbirlerini pek sever, sayarlardı. Hakiki dosttular. Lütfü Hoca, Sütpınar’a imam geldiğinde ilk bunlar sahiplendi, bir akrabaları gelmiş gibi her işlerine yardımcı oldular. Muhabbetleri eskiye dayanıyordu yani. Hatta daha önceleri de bir yerlerden gelip başka bir yere geçerlerken misafir olurlardı.

 

Hedik kaynatmışlar, önlerindeki kışa son hazırlıklarını yapıyorlardı. Kış pek ağır geçerdi, masallarda anlatıldığı gibi pek de romantik değildi. Hatta bedduânın adı bile burada “karkış”tı. Soğuk, kar, buz denilince insanları korku kaplardı.

 

Bu hanenin bir civanı, “Celâl Efendi” babasının vefatına gelip dönerken bir kış günü Topyolu denilen, yüksek dağ silsilesinde tipiye yakalanmış, donarak vefat etmişti. Böyle hadiseler çok yaşanırdı. Ne haneler acı çekmiş, nice ocaklar sönmüştü? Kar ve bitmek nedir bilmeyen kışın beyazlığı, göründüğü kadar da masum değildi. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.