Mahkeme günü pek yorgun, uykusuz ve hâlsiz düşmüştü Lütfü Hoca. Ata binip de Koçkans’a gitmeye cesaret edemedi.
Kaymakamın şoförü Hikmet Efendi:
- Lütfü Hoca ayağını kaldır bir şeye bakacağım!
- Ne var Bey?
- Kaldır, biraz daha daha…
Israrla “Daha kaldır…” deyince eğilip ayağımın altını öpmek istedi. Mahcup oldum.
- Yapma Hikmet Bey! Ben kim ayak öptürmek kim?
- Hocam öyle deme! Sen resmen ipten döndün. Dün Kaymakam Beyin odasının bitişiğindeki toplantı yerinde Savcı Beyle Müftü ayaküstü sohbet ediyorlardı. Konuşulanları kulaklarımla duydum. Senin işin çoktan bitmişti. Kesin meslekten ihraç edilecek ve yedi sekiz aylık maaşına denk de nakdi para cezası verilecekti. Benim ahdim vardı; “Eğer Lütfü Hoca, bu mahkemeden beraat ederek çıkarsa, ayağının altını öpeceğim...” demiştim. Şimdi kararı duyunca, kendime verdiğim sözü tutmaya çalıştım. Büyük geçmiş olsun. Ne olursun Hocam bu Müftüye dikkat et, er geç senin başına bir çorap örerse şaşmam!
- Göz gözeyken itimat ettiğim birine, kendisini görmediğim, dağların, nehirlerin bizi birbirimizden uzaklaştırdığı zaman da itimat edebilir miyim? Bir kimseyi gözaltında tuttuktan ya da hiç değilse tutabilme imkânı bulunduktan sonra kendisine teslim olmak öyle pek zor değildi. Hatta belki uzaktan uzağa korkmayacağın dürüst birine; ama işte camia veya yuva içinden, yani bir başka dünyadan dışardaki birine tastamam teslim olmak sanıyorum olur şey değilmiş Bey!
- Hayat derslerle dolu hocam!
Âlemi başıboş sanma ey ahmak,
Bütün mahlûkatı yaratan vardır.
Başını kaldır da semaya bir bak!
Göğü yıldızlarla donatan vardır.
Tesadüf olur mu şu yüce nizam?
Her şeyde görülür büyük intizam.
Takvimli bir saat gibi muazzam,
Ay ile güneşi yürüten vardır.
Bize yağlı fındık veriyor çalı,
Bir böcek ipekten dokuyor halı,
Zehirli bir arı yapıyor balı,
Bunların hepsini öğreten vardır.
İnek su içiyor, saf süt oluyor,
Ağaç, ekşi tatlı meyve veriyor,
Şimşekler çakıyor, rahmet yağıyor,
Gökte yıldırımı gürleten vardır.
Maksatsız göz görür, kulak duyar mı?
Hoca, aklı olan küfre kayar mı?
Cehennemde tatlı cana kıyar mı?
Dilimizi döndürüp söyleten vardır.
***
İMTİHAN SONRASI AHA YOLUNDA…
Mahkeme günü pek yorgun, uykusuz ve hâlsiz düşmüştü Lütfü Hoca. Ata binip de Koçkans’a gitmeye cesaret edemedi. Hem Aha daha yakındı. Anacığı duyarsa “Lütfü İd’e gelmiş de bize uğramadan geri dönmüş…” der, pek üzülürdü. Oysa hanımefendisi, evdeki çocukları neticeyi pek merak ediyordu. Köy yerinde mahkemeye çağrılmak, korku demekti, acı, ızdırap, mahpusluk, ceza demekti, daha fenası; gidip dönmemek demekti.
Sadece muhtar İsmail Efendiye, Ahmet Sancar Ağaya; eve gitmelerini, mahkemenin neticesinin “BERAT” olduğunu, korkulacak bir şeyin olmadığını, Aha’da anacığına uğrayıp döneceğini haber vermelerini sıkı sıkıya tembihlemişti. DEVAMI YARIN