"Köyün altındaki tarlalarda bir kızcağız gördüm hanım"

A -
A +

Hacı Lütfü Hoca, heybesindeki karpuzlardan birini çıkardı.

- Desteni kabul ettim kızım. Rabbim kolaylık versin! Sen kimlerdensin?

Işıl ışıl gözlerinden zekâ fışkıran kızcağız:

- Hacıgil’den, diye cevap verince, Lütfü Hoca daha bir merak etti.

- Peki, kimin kerimesisin?

- !!!

Ne düşündüyse, hemen cevap vermedi. Biraz sonra, sonsuzluğa gömülü bakışlarını ondan yana devirip yine karşılara baktı. Çünkü o kahverengi gözler, muhatabına direkt bakamazdı. Öyle terbiye almıştı. Onlar size döndüğünde büyük bir şeyler, toprağı sarsmış gibi hissederdi insan. “Çakmak çakmak” derler ya o türden bir nazar işte. Bir karpuzun hediye olarak geleceğini kestirince, mahcup oldu, başını yeniden öne eğdi. “Deste demekle iyi etmedim Hocamıza karşı…” diye düşünmüş olmalı ki ortalık ışıl ışıl aydınlık olduğu hâlde gözlerini kapatıp annesinin yüzünü elleyen bir bebek gibi gezdirdi elini boşlukta, tıpkı babacığına davrandığı gibi.

- Onu istemem Hocam!

- Niçin? Sevmiyor musun karpuzu? Üzüm de var. İstersen ondan vereyim.

- Hayır! Hiçbir şey istemiyorum sadece duâ... Sırf o niyetle “deste” dedim.

- Maşallah! Onu da yaparım elbette! Sen bunu almazsan o zaman o istediğini de yapmam! Hem niçin duâ istiyorsun? Deste kaldıranlardan ilk defa duyuyorum böyle bir talep!

Deyip küçük kızcağızın itimat veren temiz simasını seyretti elinde olmadan. Ne yapacağını bilmez tavırlarla parmaklarıyla oynuyordu yavrucak. Koyu kahverengi gözleri, gece vakti huzur veren çamların kahverengi gövdesi kadar kendinden emindi. Edeple başını eğip sustuğunda gökyüzünden yakılmış karanfiller dökülüyor sandı. Aklına ne geldiyse, sadece susuyordu. Gülen gözleri defalarca yandı söndü. Daha fazla bir şey söylemesine müsaade etmeyecek kadar küçüktü ağzı ve sizi dinlerken teklifsiz açık bırakılmış dudaklarında şeffaf bir tül duruyormuş gibiydi. Öncesiz, sonrasız ve zincirleme bir resmin zihninde dolaşımıydı her şey. Huy ve sima güzelliği üzerine sinmiş, ayrılmaz parçası olmuştu.

Nihayetinde karpuzu bırakarak köye geldi Lütfü Hoca. Hayriye Hanımefendisi karşıladı tebessüm ederek. Hâl hatır sorulduktan sonra söz dönüp dolaştı Ahbunlar’da karşılaştığı kızcağıza geldi.

- Köyün altındaki tarlalarda bir kızcağız gördüm.

- İş güç zamanı çalışıyordur. Kimin?

- Hacigil’in Ahmed Ağanın kerimesiymiş.

- Nuran mı?

- İsmini sormadım ama çok edepli, akıllı, cevval, çalışkan bir kızcağız.

- Onlar ailecek öyle. Boşuna zengin olmamışlar.

- İlk aklıma geleni söyleyeyim mi sana?

- Söyle.

- Onu Ragıp’a alacağım!

- Allah iyiliğini versin! Onlar daha çocuk… Hem bakalım verecekler mi? Öyle kesin konuşuyorsun.

- Ragıp’tan iyisini mi bulacaklar? Sen de bir âlemsin yani! Bu sene hemen gidip isteyelim mi diyorum? DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.