Esmani Ağa:
- Mevlüt Ustanın yapmış olduğu bir bıçak vardı. Ağzını açamıyordum. Dişlerimle sıkıştırarak ancak açabildim. Ne olduysa ondan sonra oldu!
- Yani dişlerini mengene, kerpeten gibi kullanıyordun. Hiç olacak şey mi? Sakın bundan sonra yapma! Yazık, bütün dişlerini mahvedersin!
- Anamı ağlattı da ne olursa olsun!
- Öyle deme! Bedenimiz bize emanet, ona çok iyi bakmamız lazım. Hıyanet ettiğimizde bizden intikamını alır! Hiç affetmez Esmani Ağa.
- Hocam, bana müsaade! Biraz rahatladım. Lavaş ekmeğin arasına bir parça peynir koy, ben yolda yavaş yavaş yerim. Ellerin dert görmesin emi!
- Âmin, âmin, cümlemizin de…
- Hani elin de pek hafifmiş Hocam, hiç anlayamadım!
- Sen yine de öyle deme! Bu işler bizim işimiz değil. Zaten isteseydin sen de tutup çıkarabilirdin. Tabii kendi dişini çekmek kolay olmazdı.
- Bana müsaade Hocam, ellerin boş kaba uzanmasın!
- Âmin, âmin ecmain. Yalnız Esmani Ağa “Hoca dişimi çekti…” diye kimseye söyleme, yanlış anlaşılır, sonra da milletin önünü alamayız.
- Olur mu hiç Hocam? Dedi, müsaade isteyip çekip gitti. Gitti ama ayağı kırılan, dişi ağrıyan, kolu çıkan eve gelmeye başladı!..
Kırıkları, çıkıkları hemen köylüsü, muhtar Şahbender’e gönderiyordu. Hasta, gidecek durumda değilse at göndertip getirtiyor, dertlerine derman olmaya çalışıyordu. Okunacaklara okuyor, çaresizlere çare olmaya çalışıyordu Lütfü Hoca.
Artık öyle bir duruma geldi ki, hem köyün görünmeyen muhtarı, hem imamı, hem sağlık memuru, âzâsı, komşusu, arkadaşı, aranan, sorulan, sevilip sayılan biri oluverdi kısa zamanda. Dahası vardı da siz anlayın artık… Etle tırnak gibi bütünleşmiş, bir uzvun parçaları hâline gelmişlerdi.
Köyde kurslar açtı, okuyabilecekleri kendi mahdumları da dâhil daha ilerisine teşvik etti. Çok istekli olanları hafızlığa başlattı. Temel dinî malumatlardan noksanları olanların evlerine giderek tek tek öğretti, gösterdi. Çünkü bilmedikleri ortaya çıkınca mahcup oluyor, utanıyorlardı. Ondan da öte büyük bir vebaldi. Hep; “Bir hocanın mahallesinde dinini, diyanetini bilmeyen bir kişi varsa; onun mesuliyeti hocanın üzerinde bilmelidir. İnsanlara faydalı olmayacaklarsa imamlık falan yapmasınlar...” diye düşünürdü…
Bundan sonrasını şöyle anlatıyordu Lütfü Hoca:
İlk gittiğim aylarda müezzinlik etmeyi bile tam bilemeyenler, birkaç ay sonra bülbül gibi Kur’ân-ı kerîm okuyup müezzinlik yapaya, hatta namaz kıldırmaya bile başladılar. Çalışkanlığım, üstün muvaffakiyet ve samimiyetim çevrede çok konuşuluyor olmalı ki başta kazamız İd’den ve diğer büyük köylerden, hatta Pasen tarafından durmadan “Bize imam ol…” diye teklifler geliyordu. Sütpınar insanıyla neredeyse kardeşim, bacım, evladım gibi içli dışlı olmuş, kız alıp kız vermiş, hısım akraba derecesinde sımsıcak kaynaşmıştık. Bu yüzden olsa gerek, onları yüzüstü bırakıp gelen tekliflerin hiçbirine “Peki, olur… Bir mütalâa edeyim…” dahi demedim. Ömrümde en uzun kalacağım yer bu mütevâzı, vefakâr köy olacaktı. Kendi kendime, “Artık benim cenazem buradan çıkar…” diye düşünüyordum… DEVAMI YARIN