Jale:
- Evinde Kalaşnikof bulunsun ve yakalansın istiyorsun değil mi?!. Haydi benim ölümümü istiyorsun, doğmamış çocukla ne alıp ne veremediğin var be adam?!..
- Bunları söyleyen sen ha!
- Ben ya!
- Küçük dilimi yuttum! Söz bitti! Sükût başladı!
Meleğim benim,
Meleğim benim..
İlk göz ağrım,
Sevdiğim benim!
Allah'ını seveyim,
Canımı vereyim!
Uğruna öleyim,
Meleğim benim!
Evlilik ne acayip şeymiş meğer! Gölgesinin çamura düşmesine razı olmadığım insanı, şimdiyse her halükârda yerden yere vuruyordum yine de doymuyordum. Hem de “Bu melek görünümlü şeytanın yatacak yeri yok…” diyor, hayıflanıyordum. Sonra okuduğumda öğrendim ki asıl içimizdeki canavar fenaymış, o da malumunuz azgın, hain ve de kâfir “Nefsimiz…” Rabbim şerrinden muhafaza buyursun. Büyüklerimizin bir kitabında insanın üç düşmanı olduğuna dikkat çekiyor.
“Dünyada Allahü teâlânın bir kuluna verdiği en büyük nimet îmândır yani Müslüman olmaktır. Îmân, dünyada huzur ve saadet, ahirette Cennet ve Cemalullah demektir. Kimde bu nimet varsa, o seçilmiş kuldur; çünkü îmânı bizzat Allahü teâlâ verir. Bir nimet ne kadar büyükse, ne kadar kıymetliyse, onun düşmanları da o kadar çok ve tehlikeli olur. Îmânın en büyük düşmanı üçtür:
Birincisi ŞEYTANDIR. Aldatması zayıftır ama şeytan, şeytanlığından vazgeçmez. Kendisi gibi insanların da Cehenneme gitmesini ister. Kalbe giremez; ama kalbe vesvese verir. Bazı tuzakları vardır. Bilhassa servet ve şöhret, en başta gelen tuzaklarıdır. İnsanların da en çok peşinde koştukları şey, servet ve şöhrettir.
İkincisi insanın kendi NEFSİDİR. Nefis, Allah’ın düşmanıdır. Allahü teâlâ kendisine bir düşman yaratmış, onu da insanların içine koymuştur. Nefsin maksadı insanı kâfir yapmaktır. Şeytan inatçı değildir, ama nefis çok inatçıdır. Onun için şeytanı köpeğe, nefsi kaplana benzetmişlerdir. Son hedefi insanı küfre düşürmektir. Bunun için de, hedefine ulaşana kadar uğraşır.
Üçüncüsü KÖTÜ ARKADAŞTIR. Bu daha çok tehlikelidir. Dünyada rezil eder, perişan eder, ahiretimizi de mahveder bizi Cehenneme götürür. İnsanın imanını öyle çalar ki, o şahsın ruhu bile duymaz. Sosyal medya, kitap, gazete, dergi, TV, internet gibi yayınların bozuk olanları da kötü arkadaştır.
İyilik zor, kötülük tez bulaşır. Nefis kötü olduğu için, kötülük çabuk yayılır.
Ölü veya diri Müslümandan etrafa feyiz, kâfirden ise zulmet yayılır…”
Şu kısa yazıda bile bir ömre yetecek kadar malumat vardı ama onu okuyacak vaktimiz ve de anlayacak aklımız yoktu. Rüzgârda sağa sola savrulan kurumuş yapraklar gibiydik. İsimlerimiz de öyle değil miydi? Yaprak, Toprak, Taş, Kaya, Dal, Budak, Yonca, Gonca, Tomurcuk, Yumurcuk, Hava, Su, Dağ, Deniz, Irmak… daha neler neler? Yeter ki İslâmiyet’i hatırlatan isimler olmasın da ne olursa olsun havası pompalanıyordu durmadan. Bir el bu meseleyi fena işliyordu. Kimse de farkında değildi. Eskimez mübarek isimler, gittikçe varoşlarda kalıyor, yoğun bir şekilde erozyona tâbi tutuluyordu. DEVAMI YARIN