"Bu söylenilenler üzerine hazret-i Süleyman, aleyhisselâm, kuşu haklı bulmuş ve kısas kararı vermiş..."
Hazret-i Süleyman aleyhisselâm da yaralı kuşu dinledikten sonra şikâyet edilen dervişi huzuruna çağırtmış, sormuş:
Derviş, olup bitenleri olduğu gibi anlatıvermiş:
“Sultanım, ava çıkmıştım, o sırada bu kuşu gördüm. ‘Tam aradığım kuş…’ dedim, yanına yaklaştım, kaçmadı, biraz daha yaklaştım istifini bozmadı. Bana kendiliğinden teslim olacak diye düşündüm. Üzerine atladım, tam yakalayacağım esnada kaçmaya çalışınca kanadı kırıldı.”
Bunun üzerine hazret-i Süleyman aleyhisselâm, kuşa dönmüş:
“Söylediklerini duydun. Bak, bu adam da haklı. Sinsice değil açıkça yaklaşmış. Niçin kaçmadın? O sana yaklaştığı esnada gayet kolay uçabilirdin? Şimdi kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun!”
Bu ifadeler karşısında Kuş;
“Efendim, ben onu avcı olarak değil DERVİŞ kıyafeti ile gördüğüm için kaçmadım. Onu derviş kıyafetleri içinde görünce 'bu Allah adamıdır, zarar gelmez. Allah’tan korkarlar. Keyfi için bana dokunmaz…’ dedim. Avcı veya başka kıyafetleri olsaydı ya da avcıya benzer bir hâl ve hareketini görseydim bekler miydim? Hemen ‘pır’ diye kaçardım. Ne bileyim onun da beni avcı gibi gafil avlayacağını!”
Bu söylenilenler üzerine hazret-i Süleyman, aleyhisselâm, kuşu haklı bulmuş ve kısas kararı vermiş:
“Hemen dervişin kolunu kırın!"
Yani Derviş, kuşun kanadını kırdığı için onun da kolu kırılacakmış.
- Etme bulma dünyası; kısasa kısas!
- Evet buyurduğunuz gibi.
- Ancak bu emre kuş itiraz etmiş:
- Az mı bulmuş verilen cezayı?
- Az değil Efendim! İbretlik bir şey söylemiş: “Aman efendim yapmayın! Onun elini, kolunu kırsanız, er geç iyileşir. Fırsat buldukça da aynısını yapar… Efendim, en iyisi siz onun üzerindeki dervişlik hırkasını çıkarın! Bir de onun sakalını kesin! Kesin ki benim gibi gariban kuşlar, onun sahte dervişliğine aldanmasınlar. ‘Bu ahiret adamı, zarar gelmez…’ tuzağına düşmesinler. Ben onun bu görünüşüne aldandım, bundan sonraki kuşlar aldanmasın bari!"
Hazret-i Süleyman, aleyhisselâm, kuşun bu teklifi ve talebi üzerine, Derviş'in hırkasını çıkarmış. Sakallarını da kestirip göndermiş ahalinin arasına.
- Güzel anlattın. Hoş bir kıssaymış. Ne anlamamız lazım bundan Behlül?
- Baştan da söylediğimiz gibi kıssadan hisse Sultan’ım! Ha dervişlik kıyafeti, ha kadılık cübbesi…
- Ha derviş kıyafetiyle, ha kadı cübbesiyle aldatmak yani göründüğü gibi olmamak, ya da olduğu gibi görünmeyerek aldatmak aynı şey!
- Aynen öyle Sultan’ım! Ha dervişlik kıyafetiyle itimat edilmemek, ha kullandığı makam ve mevkide hâkim sıfatıyla emin olunmayan biri olmak! Ne fark eder ki?
- Hadi dervişin kıyafetini çıkarttık, sakalını kestik; peki bulunduğu makam ve taşıdığı sıfatla idarecilerin ahaliyi aldatanlarına ne yapacaksın?!
- Ne lazımsa onu…
- Ah bir yakalayabilsek! Bukalemun gibiler, renkten renge giriyorlar!
- O da sultanlık sırrı. Ben incelikleri bilemem, siz bileceksiniz Efendim!
DEVAMI YARIN