Bu tarihî yapıda taş, ahşap ve kerpicin ayrı ayrı, ya da birbiriyle ahenk içinde, gönül alan güzelliklerini görmek mümkündü. Ya da kendi köyüyle mukayese edince ona öyle ihtişamlı gelmişti. Her biri bir köşk gibi görünen iki katlı evlerin kızıl çatılarına baktı Erzurumlu Hafız Lütfü... Hiç de kendi ata yurduna benzemiyordu. Ne toprak damlı evler, ne başı dumanlı dağlar, ne yol vermez sarp kayalıklar, ne derin uçurumlar, ne şelaleler vardı buralarda. Sıra sıra bir iki katlı boyalı konak, hepsi de çatılı. Dışları böyleyse; kim bilir içleri ne kadar güzeldi? Hiç de alışık olmadığı bu yapı şeklinden dolayı ona; “şehirdeymiş gibi” gelmişti. İçinden; “Çok büyük yer, ne yapacağım? Ah hocam! Ateşe mi attınız, yoksa?..” dedi.
Muhtarla görüşüp mektubu uzatmasıyla işler süratle gelişti. Hemen kalacakları oda, yapacakları, kiminle neyi, nasıl halledeceği konuşuldu. Lokantaya götürülüp karnı doyuruldu. Vaaz vereceği, vazife yapacağı cami-i şerif gösterildi. Orada da bir deste anahtar eline tutuşturuldu.
Yemeklerini halk verecekti. Muhtarın seçtiği aileler, bir gün hoca efendinin yemek ihtiyacını karşılayacak şekilde ayarlanmıştı. Ramazan ayı gelene kadar; kahvaltı, öğlen, akşam üç öğün, ramazanda da iftar ve sahur iki öğün...
***
Leyle-i kadir’de duâsı yapılacak şekilde; Ramazan-ı şerife bir hafta kala hatme başladılar. Zeminde erkekler, ‘fevkane’de de hanımlar dinliyordu.
Bundan sonrasını ondan dileyelim:
“Her şey yolundaydı. Çocuklar aklımdan çıkmasa da aşırı meşguliyet ve mesuliyet, iç sesimi dinlememe fırsat vermiyordu. Yemekler, iltifatlar iyice moralimi düzeltmişti. Hatta şimdiden devamlı imam kalmam için teklifler de yağıyordu. Ben ise; ‘Hele bir derslerimi tamamlayayım, icazetimi alayım, sonra konuşuruz bu meseleleri’ diyor, bu imtihandan muvaffak olarak çıkmayı düşünüyordum sadece. Bir gün baktım gömleğimin düğmelerinden birkaçı düşmüş, bazı yerleriyse sökülmüş. Bana hizmet eden bekçiye dedim ki ‘Şunları bir terziye ver de tamir etsin…’ o da ‘olur hocam’ dedi, aldı.
Teravih namazından sonra evime geliyor, pijamalarımı giyip ertesi günün derslerini hazırlıyordum. Anlayacağınız sahura kadar yatmıyor, sabah namazını da kıldırdıktan sonra öğlene kadar istirahat edip dinleniyordum. Küçücük bekâr odam havalansın diye de kapıyı umumiyetle açık tutuyordum. Saatime baktım, tam sahur vakti. ‘Şimdi yemek gelir’ dedim, yarı kalmış dersimi, bir an evvel bitirmeye çalıştım. Ortalıkta benden başka canlı namına kimsecikler yok, kasaba derin bir sessizliğe bürünmüş. Baktım bir çift ayak sesi yaklaşıyor. ‘Mutlaka bekçi sahur yemeğini getiriyor’ diye düşünürken bir de ne göreyim; bir genç hanımefendi içeri girmez mi? Gülerek de bana doğru yaklaşıyor. Aklım başımdan gitti. Evi, hanımefendimi, çocuklarımı, hocalarımı düşündüm. Bir anda ‘Ya Allah’ dedim doğruldum.
- Bacım siz terzi misiniz?
- Evet.
- Gömlek benim, şöyle kenara koy.
- Tutayım giy! Bakalım tam olmuş mu?
- Ben giyerim! Lütfen şöyle masanın üzerine bırakın ve hemen çıkın!
- Şey… DEVAMI YARIN