Aslında yalnızlık bizim için bir çözüm değil, problemin ta kendisiydi de bunu anlama kabiliyetimiz sınırlıydı...
O akşam Tanju bir muammaydı. Çözemiyordum bir türlü. Sanki uyuşturucu almıştı da onun tesirinde ne yaptığını ne konuştuğunu bilmeden sallayan bitirimlerden biriydi. Fakat bu seferki konuşmaları öyle boş sallamalara benzemiyordu. Bazen Doktor Nefise Hanım gibi okkalı cümleler kuruyor, anlamakta zorlanıyordum, bazen filozof gibi... Demek insanoğlu böyle med ve cezirleri olan bir mahlûktu.
***
ANNEMİN ÖFKESİ DİNMİYOR…
Maalesef günümüz insanı, ben de dâhil gittikçe kalabalıklar içinde yalnızlaşıyorduk. Herkesin kendi derdine düştüğü bu hengâmede bir felaket yalnızlığı herkesi içine çekiyordu. İşte böyle bir havada kendi kendimle debelenirken Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in mısraları aklıma geldi, hem de ilaç oldu içimdeki dertlerime:
Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak.
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden!
Üstat daha ne desindi? İçimize kapandıkça tarif edilmez bir bunalıma doğru kayıp gidiyorduk elimizde olmadan. Aslında yalnızlık bizim için bir çözüm değil, problemin ta kendisiydi de bunu anlama kabiliyetimiz sınırlıydı...
İçten içe hep gelecek bebek misafirimizi düşünürken, dışıma belli etmemeye çalışıyordum hissiyatımı. Bu ise meşguliyetsiz olmuyordu. İşten arta kalan vakitlerimi bolca okuyarak kıymetlendiriyor, bir nebze olsun hafifletmeye çalışıyordum yalnızlığımı.
Buna rağmen istikbale dair endişelerim de azalacak yerde artıyordu. Şundan emindim, gelinen bu noktanın müsebbibi ben değildim. O kadar inanıyordum ki, bu hususta sayfalar dolusu değil kitap, ansiklopediler yazabilirdim. İleride aklımı başıma toplayıp daha bir âdil davranarak empati yapabilecek duruma geldiğimde yüzümün kızaracağını, ter dökeceğimi görecek, çok mahcup olacaktım ama neylersin ki bu aşamada şimdilik hep böyleydim. Jale denilen, kendini beğenmiş, ukala kızın durumu buydu.
Bence yalnızlığımın bir diğer adı, isteklerimin hemen, şimdi, anında yerine getirilememesiydi. “Ya kardeşim, o istediğin olması için bana mühlet vermen lazım! Hemen olmaz! Çünkü burada yanı başımda olmadığı gibi yakında bir yerlerde de yok istediğin şey! Gidip bakacağım, bulacağım, alıp getireceğim! Bütün bunlar bir emek, vakit ve nakit istiyor…” diyenin vay hâlineydi.
Kendime hiç vakit ayırmıyordum. Ya da bana öyle geliyordu. Zihnim hep entrikalarla mücadele hâlindeydi. Düşmanımı kendim oluşturuyor, yine onunla muharebe metotlarını da kendim geliştiriyordum. Bedenen olmasam da ruhen yalnız olduğumu yoğun bir şekilde hissedebiliyor, o acıyı bütün iliklerime kadar yaşıyordum. Galiba bu ruh hâlim, her egoistte mümkün olabilecek bir şeydi.
DEVAMI YARIN