Bence bir kronik üzüntüler vardı; bazen hafiflese de asla seni terk etmeyen, bir de mevsimler gibi gelip geçici olanları... Maalesef beni ikisi de pek sevmişti. Eğer üzüntümüz karamsarlığa ve çaresizliğe dönüşmemişse mutlaka iyileşeceğimize onun da kendi elimizde olduğuna inanmaya başlamıştım ki Tanju meselesi çıktı, o ümitlerim de hepten söndü.
Kederle beraber gelen diğer bir his, şefkatti. Bu hâl üzere olduğunu bilenlerin diğer insanlara söyleyecekleri çok şey olduğunu düşünüyordum. Üzüntü imtihanından geçenlerin, dert, belâ ve musibetleri doğru okuyabilenlerin; kâinatın içindeki her şeye yakınlaştığını ve daha anlayışlı insanlara dönüştüklerini görüp idrak etmekteydim. Bu yüzden mektuptan sonra bana daha anlayışlı ve merhametli davranacaklarına olan kanaatim tamdı.
Hele korku, keder ile duânın birleşmesi yok mu? Tam bir ilaçtı. Bununla kalp hastalıklarının daha çabuk iyileşmesinin mümkün olabileceğini sanıyordum.
Netice olarak “Acı gibi, üzüntü de vazgeçilmezimizdi ve inanıyorum ki muhatabını er geç adam ederdi, istemese de…” diye düşünerek yerime oturdum. Her sabah yaptığım gibi mütebessim, her şey yolundaymış gibi de selâm verdim.
Önce birbirlerine bakındılar mesai arkadaşlarım, sonra bana... Belli ki yazdıklarımı okuyup iyice sindirmişlerdi. Vücut dilleri, yüz ifadeleri onu gösteriyordu. Hâl hatır sormadan Tülin arkadaşım söze girdi. Muhatabı ben değilmişim havasıyla yan masada oturan diğer arkadaşımız Songül Hanıma söylüyormuş gibi, hani yarı kalmış sohbeti tamamlama niyetiyle konuşmasına devam etti. Maksadının bazı şeyleri bana duyurmak olduğu aşikârdı.
- Kız Songül Hanım, nerede kalmıştım? Ne diyordum?
- Şey! Tecrübeli bir ustanın yanında çalışan çırak yorulmuş, baskılara dayanamamış işten ayrılmak istiyormuş. Usta da çırağına ders veriyormuş…
- Tamam, şimdi hatırladım. Sağ olasın. Bizde kafa mı kaldı? Onu düşün, bunu dert et… her neyse! Bakmış çırak kararlı gitmekte, ona demiş ki:
“Evlat, burada zarla zorla tutamam ama şunu iyi bil; iki kişi geri dönmez” demiş usta! Sonra da;
“Birincisi ölen; ikincisi kırılan” deyip son noktayı koymuş.
- Tülin Hanım çırak “Niçin?” diye sormamış mı?
- Sormaz olur mu? Çırak da senin gibi sabırsızlıkla ayağa kalkmış “Niçin dönmezmiş Ustam?” diye sormuş. O da cevabını vermiş tabii: “Çünkü…” diye başlamış söze usta! Devam etmiş nasihatine: “Birincisinde cân yoktur, ikincisinde derman!”
Çırak ustasının ne demek istediğini anlamış olmalı ki ayrılmaktan vazgeçmiş.
- Yüreğinize hüzün değmesin Tülin Hanım! Ne güzel ibretlik şeyler anlatıyorsun sabah sabah, uyku mahmurluğumuz dağıldı. Bizde o kapasite olmasa da alacağımızı aldık.
- Bazılarına tesir etmiyor! Bir kulaktan giriyor öbür taraftan çıkıyor yel gibi. Gününüz huzurlu olsun hanımlar! DEVAMI YARIN