Bir karı koca şehirden bıkmış, usanmış tatile çıkmak istemişler memleketin güzel, sakin bir köşesine.
Gülüşerek, muhabbetle kucaklaştık, yeniden buluşmak üzere ayrıldık Nefise Doktorumun yanından…
***
Eve gidip çocukları banyo yaptırdım. Onlara pijamalarını giydirdim odalarına gönderdikten sonra ben de iki kahve yapıp çok yorulan Sevgili Tanju'mun yanına gittim, ona dedim ki;
- Bizim bugünkü maceramız, bana neyi hatırlattı biliyor musun?
- Nereden bileyim Jale’m!
- Tabii nereden bileceksin! Hani boğazı ve önümüzden gelip geçen gemileri seyrederken, Osmanlılar dönemindeki vapur isimlerini tek tek saymıştınız. Sana gıptayla karışık hayret etmiştim. İşte tam o sıra anlatacaktım ki çocuklarımın gözümün kontrol sınırları dışına çıktıklarını fark ettim. Endişeyle kalktık, koştuk, gerisi malumunuz.
- Şimdi anlat.
- İşte şimdi anlatacağım müsaadenizle. Tabii vaktiniz varsa, kendinizi yorgun hissetmiyorsanız.
- Müsaade etmemek ne mümkün.
- Ne bileyim bir yerlere gideceksindir belki.
- Merak ettim anlatacağınız şeyi. Hadi anlat da anlayalım, nazlanma!
- Bunca senedir beraberiz, nazlandığımı hiç gördün mü Tanju?
- Nazlandığını görmedim de sızlandığını çok!
- Laf atmasan olmaz değil mi? Neyse ben yine de anlatayım…
Bir karı koca şehirden bıkmış, usanmış tatile çıkmak istemişler memleketin güzel, sakin bir köşesine.
- Şehirden bıkıp usanmamak, sıkılmamak mümkün değil.
- Doğma büyüme şehirli olmama rağmen ben bile tabiatla baş başa kalmayı seviyorum.
- Bugün, yeşilin bağrında çok iyi gidiyordu da sonunu getiremedik. İyi uçtuk ama konmasını beceremedik!
- Maalesef! Her neyse, biz yine de gelelim mevzuya: Adamlar önceden bir haftalık hava raporunu incelemiş, tedbirlerini tam almışlar. Hava pek güzel, tabiat adeta zümrütten yeşil fışkırıyormuş.
Beğendikleri bir çimenliğin köşesine çadırlarını açıp güle oynaya kurmuşlar. Eşyalarını itinayla yerleştirmişler.
- Onlar bayağı hazırlıklıymışlar. Bizler gibi elini kolunu sallayarak değil.
- Bayağı profesyonelce hazırlanmış, pek neşeli başlamışlar tatillerine. Artık yorulana kadar yürüyüş yapıyor, kahvaltıyı bir gözenin başında, öğle yemeğini bir çamın gölgesinde, akşam ise çadırlarının önünde yiyor bol bol sohbet ediyor, hayata, istikbâle dair planlar kuruyorlarmış. Şimdiye kadar birbirlerine bu kadar bol zaman ayırmadıklarının farkına da varmışlar. Çok mesut ve bir o kadar da bahtiyarlarmış.
Uzun kır yürüyüşünden sonra, tatillerinin üçüncü gününün akşamı nefis bir yemek yiyip mis gibi temiz havayı soluyarak çadırlarına çekilmişler.
Derin bir uykuya dalmışlar. Serin bir rüzgârın yüzünü yalayıp esmesinden olsa gerek, gecenin ilerleyen saatinde uyanan Hanım; gördüklerine inanamamış. Âdeta şaşırıp kalmış. Biraz tereddütten sonra her şeyden habersiz mışıl mışıl uyuyan beyini uyandırmaya çalışmış.
DEVAMI YARIN