Daha nice güzel his ve duygularla derslerine keyifle başlamış, arkadaşlarına da pek yardım etmişti Ali.
Nuri öğretmen menkıbenin en önemli yerine gelmişti:
-Her talebe kendi gönlünce cevaplar getirirken Musa Müslihiddin Efendinin böyle boş gelmesine taaccüp etmiş hocası Sümbül Efendi. Yüzünde elmaslar oynaşan Sümbül Efendi, tatlı bir tebessümle “Eee, bir de sen söyle bakalım Musa Efendi, sen nasıl oldu da bir kâğıdı dolduramadın?” Musa Efendi, başını kaldırmadan cevap vermiş edeple:
“Efendim nasıl desem? Her şey merkezinde! Âlem öyle ahenkli bir nizam içinde ki; buna bir şey ilave etmek veya bir şeyi eksiltmek mümkün değil!”
Sümbül Efendinin istediği de zaten buymuş. Ay yüzünde görülmemiş bir ışık şavkımış ve demiş ki: “Maşallah, molla Musa! Demek ki her şey merkezinde? Öyleyse senin adın bundan böyle ‘MERKEZ MÜSLİHİDDİN’ olsun! Bundan sonra “Musa bin Müslihiddin” adı “Merkez Müslihiddin” olmuş ve bilahare “Merkez Efendi” ismiyle gönüllerde taht kurmuş. O, artık bu tespitiyle, asırlar boyu muhabbet ve hürmetle hatırlanacaktı… Tıpkı şimdi bizim yaptığımız gibi efendim.
- Onun böyle çok menkıbeleri var Ali, vaktimiz olsaydı onlardan bahsederdik. İnşallah başka zaman.
- Peki öğretmenim.
- !!!
İyi eser bırakırsan o kalır yarına,
Kalırsa yara kalsın, kalmasın ağyarına.
Eğer dikkat edersen malına, pazarına;
Hem de kâr üzerine kâr katarsın kârına.
Daha nice güzel his ve duygularla derslerine keyifle başlamış, arkadaşlarına da pek yardım etmişti Ali.
Gün, ne de çabuk bitivermişti. Meşguliyet olunca vaktin nasıl geçtiği anlaşılmıyordu. Nuri öğretmen, sık sık demiyor muydu? “Vakit nakittir” diye. Daha dün gibi hatırındaydı. Bu ecdat sözünü ilk defa kullandığında Yılmaz, hemen ayağa fırlamış; “Hocam nakit de nedir?” demiş, güya dersi kaynatmak istemişti. Nuri öğretmen eksilmeyen tebessümüyle kısaca cevaplamıştı: “Nakit, hazır para demek çocuklar…” Yine Yılmaz durmamış “Bozuk para mı hocam?” demiş, şımarıkça yüzüne karşı sırıtmıştı. Niçin böyleydi? Geldiği günden beri hep hırçındı ve sebebini bir türlü anlamamıştı Ali. Tecrübeli öğretmen hiç istifini ve tebessümünü bozmamış, sabırla cevaplamıştı yine de: “Yılmazcığım; nakit; her çeşit parayı da içine alır, bozuk, kokuşmuş parayı da, dalından koparılmış gıcır gıcır olanı da hatta Amerikan dolarını, Rus rublesini, Çin yuanını da…” Yılmaz anladı mı, başka muziplikler için zemin, zaman mı kolluyordu kimsenin umurunda değildi.
Hayat su misali süzülüp gider,
Vahşi derelerin selinde kalır.
Rüyasında gamlı bülbül ''ah'' eder,
Yankısı bir hayal gülünde kalır.
Güneş doğar, batar; bir yıldız kayar,
Ay hüzne bürünür, karalar bağlar,
O gün, feryadımı kâinat duyar,
Ruhum sonsuzluğun içinde kalır.
İşte kaşla göz arasında günün son dersinin de nihayetine gelinmişti. Afacanlar, dışarı çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koyup hazırlıklarını tamamlamış, zil çalar çalmaz da canhıraş, kapıya doğru koşuşturmuşlardı. DEVAMI YARIN