"Minnettarım, çok iyi geldi kalbim ferahladı Hocam!.."

A -
A +
Acı çekmenin hiç de kolay olmadığının farkındayım. Ecdadımızın dediği gibi; “Ateş düştüğü yeri yakar…"
 
İlimle, bilgiyle beslenmeyen ağıt (ağlamak), halkı sadece sınırsız üzüntüye gark eder. Oysa, insanların ilimden, bilgiden öte sığınacakları yoktan var edeni vardır. İlim moraldir, inanç kuvvettir! Ağlamak, insanımızın hayat biçiminin bir parçası, hassasiyeti, karşısındakine kıymet verme faziletidir; kendine ve yakınlarına verebileceği en büyük desteğidir. Umumiyetle ağlamak, ölüm üzerine olur. İhtiyarların vefatlarında sessiz ağlanır, yüksek sesle şîvana durulmaz. Ama bir yiğit vurulmaya, bir gelin murada ermeden uçup gitmeye görsün, yalnızca kadınlar ağlamaz, kurtlar kuşlar, dağlar taşlar bile ağlar acı çeker.
- Hocam çok doğru. Ama ben ağlayamıyorum hep içime atıyorum.
- İşte onun için "ağlamak daha faydalı" diyor bütün kitaplar. İçine atma, dışına at rahatla! Kolay olmasa da dışa atmak lazım. Senin önünde daha çok iş var! Hep çoluk çocukla zihnin meşgul olursa sonu gelmez! Unut demiyorum, o zaten eşyanın tabiatına aykırı. Ama içinden geldiğinde çekil bir köşeye ağla!
- !!!
- Son olarak şunları da söyleyeyim de: Demek oluyor ki, acıklı durumlarında insanların topluca üzülmesi, acıyı paylaşma; bir bakıma “güçsüzlükten güç alma” hareketi oluyor ağlamak... Bir şair yazarın Filistinli Şair Mahmut Derviş’in şiirlerindeki patlayan bombalardan, tel örgülerden sıkıldığını söyleyen bir Fransız okuyucusuna verdiği cevap çok manidardır: “Siz de her gün işinizden, okulunuzdan evinize gidip gelirken tel örgüleri geçmek, patlayan bombalardan korunmaya çalışmak mecburiyetinde kalsanız, siz de şiirlerinizde bunları kullanırsınız…” cevabıdır. Şimdi böyle nasihat etmem kolay olsa da acı çekmenin hiç de kolay olmadığının farkındayım. Ecdadımızın dediği gibi; “Ateş düştüğü yeri yakar…
- Hocam minnettarım! Çok iyi geldi. Kalbim ferahladı. Rahatladım!
- Her şey Rabbimizden.
- Âmennâ ve saddaknâ...
                           ***
               BİR AŞK HİKÂYESİ
Biri âşık olmuş haberi yok!
O günü hiç unutamıyordu Hafız Lütfü. Bırakıldığı duvarın dibinde epey nefis muhasebesi yaptı, soluklandı. “Neden sonra aklım başıma geldi. Tövbe istiğfar ettim. ‘Kendine gel Lütfü, kime sitem ediyorsun? Bir de hafız olacaksın…’ dedim, toparlandım. Rüyamı yeniden hatırlayarak kursa doğru yürüdüm, binbir dertlerimle…”
Kursun önüne varmıştı ki aklına gelenlerden mi ne kararını değiştirdi. “Arkadaşlar, beni böyle görmemeli…” deyip yeniden caddeye çıktı. Ceplerini yokladı, yedek anahtarlar yerindeydi. Fatih’e oradan da Sultanahmet’e geçti. Meşguliyet, sıkıntılarını unutturuyordu. Ders, sağa sola gidiş dönüş, okuma, araştırıp inceleme... sonrasında yemek ve vazifelerini yerine getirme telaşı derken iyice yorulmuştu. Yatsı namazını müteakiben kimselerle yüz yüze gelmeden bir gölge gibi sessiz sedasız yatağına uzanıverdi… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.