“Şimdiye kadar karşıma kimse çıkma cesareti gösteremedi, bir çocuk mu çıkacakmış? Olacağı buydu, korktu zavallı!”
Harun Reşid:
- Küçük Nu'man bin Sabit'ten, yani Ebu Hanife'den bahsedeceğim.
Çocukluk senelerinde şöyle bir hadise yaşanmış. Hâşâ "Allah" diye bir yaratıcının olmadığını, her şeyin kendi kendine tesadüfen olduğunu, tabiatın meydana getirdiğini iddia eden ve gittiği yerlerde âlimlere çatıp ortalığı karıştıran, insanları çaresiz bırakan bir dehri, yani sizin anlayacağınız mânâda dinsiz, döne dolaşa Kûfe şehrine gelmiş.
Sapık fikirlerini anlatmaya ve yaymaya başlayan ateistin, âlimlerle görüşüp münazara yapma isteğini duyan Müslümanlar, bu talebine önce gülmüşler sonra da; “Bizim medreseye giden Nu’man bin Sabit isminde küçük bir evladımız var, önce onunla konuş. Eğer yenersen, o zaman da o çocuğun hocalarıyla, büyük âlimlerimizle seni görüştürebiliriz...” diye cevap vermişler. O bu teklifi “Nasıl olsa rezil edeceğim!” düşüncesiyle, mühimsemeyerek yine de kabul etmiş. Sonunda görüşme yerini ve saatini kararlaştırarak dağılmışlar…
Verilen gün ve saatte münazaranın olacağı hanın geniş sofası tıklım tıklım dolmuş. Kibir abidesi inkârcı da kürsüde yerini almış, almış ama karşısında kimseleri göremiyormuş, başlamış beklemeye. Aradan epey vakit geçtiği hâlde, karşısına çıkacak kimse ortalıkta görünmüyormuş. Bekletilmesine kızan dinsiz adam “Ben size, okumuş, âlim, aklı başında birini karşıma çıkarın demiştim. Bakın korkusundan gelemedi bile!” diye oflayıp puflamış, homurdanmaya başlamış.
Saatler ilerledikçe dinsiz, hepten edepsizleşmiş ve;
“Şimdiye kadar karşıma kimse çıkma cesareti gösteremedi, bir çocuk mu çıkacakmış? Olacağı buydu, korktu zavallı!” diyerek kahkahalar atıp dinlemek için gelenleri tesiri altına almaya çalışmış.
Tam bu sırada küçük âlim Nu’man bin Sabit’in içeri girdiği görülmüş. Şımarık, kendini beğenmiş ateist:
"Niçin geç kaldın ufaklık? Yoksa çok mu korktun?" diye hafife alıp dalga geçer gibi ilk sorusunu sormuş. O da:
"Hayır korkmadım! Evimiz nehrin öte yakasında. Bu tarafa geçmek istediğimde köprünün yıkılmış olduğunu gördüm. Geçemeyeceğimi anlayınca, oradaki ağaçlara, 'Ne duruyorsunuz? Hemen bir sandal olun, beni karşıya geçirin…' emrini verdim. Onlar da ‘Peki…' deyip kendi kendilerine kesildi, biçildi, sandal oldu beni geçirdiler. Bunlar olurken biraz vakit aldı tabii, bu yüzden geç kaldım, kusura bakmayın!” diye cevaplayınca ateistin kahkahaları duvarlarda yankılanmış yeniden. Sonra seyircilere dönmüş: "Duydunuz değil mi? Çok itimat ettiğiniz çocuğun zırvalamalarını!” deyip kinini kusmuş sonra da tekrar Küçük Nu’man’a dönmüş.
"Behey akılsız çocuk! Hiç ağaç kendi kendine kesilir, biçilir, sandal olur mu?” deyince de Küçük Nu’man birdenbire ciddileşmiş, sanki büyümüş de küçülmüş bir edayla:
"Asıl aklı olmayan sensin, behey kendini bir şey sanan ahmak! Bir sandalın bile kendi kendine yapıldığını kabul etmiyorsun da, şu uçsuz bucaksız muazzam âlemin kendi kendine var olduğunu nasıl iddia ediyorsun?"
DEVAMI YARIN