Yavru kurtlardan biri çobanı göstermiş:
- Sürünün yanında kavak gibi dik duran da ne anne?
- Ona çoban denir. Sopası acıdır, sakın ona yaklaşmayın! En büyük düşmanımızdır, o bizi bizler de onu hiç sevmeyiz! Zararından muhafaza olabilmek için çok dikkat etmelisiniz.
Yavru kurtlardan biri sürünün yanı başındaki köpeği görünce sevinerek âdeta çığlık atmış:
- Aa! Oradan bizden biri var! Kimdir, ne işi var orada?
Ana kurt, bir “Ah!” çekmiş ciğerleri sökülürcesine yavrusuna dönüp demiş ki:
- Yavrum ona it denir! Onu görünce sakın ola ki “bizdendir” diye yaklaşmayın, tabana kuvvet kaçın! Gördüğünüz o semiz koyunları ne kendi yer, ne de bize yedirir! En büyük düşmanımızın en büyük destekçisi de yine odur!
- !!!
Biz ne çektiysek bize benzeyip de bizden olmayanlardan çektik maalesef…
Bu fıkranın altında bir şey yatıyordu da acaba neydi? Tam çıkaramadım. “Akşam eve gelince bu mevzuyu açar konuşuruz…” dedim, hemen vakit kaybetmeden “Allahü teâlâ razı olsun Tanju, paylaşımınızı hayırlara vesile eylesin…” diye yazdım, gönderdim. Gelen cevaba bakmadan diğerlerini çevirdim. Bir mektep arkadaşım da:
“İTİRAF”larınızı yakinen takip ediyorum. Bir yerde “Çocuklarımı aldım, dışarı çıktım…” diye bir cümle okudum. Birini, hatta ismiyle söyleyelim Nefise Naz’ı tanıyoruz. Nasıl isim verdiğinize varıncaya kadar biliyoruz. Diğer çocuklardan haberimiz yoktu. Bir atlama mı oldu? Yoksa benim gözümden mi kaçtı?” gibi saf ve temiz niyetle kafasına takılanı soruyordu. Ona da hatırlattığı için teşekkür ettikten sonra başladım kaldığım yerden yazmaya.
***
Bir bahar günüydü. İki evladımı giyindirdim, süsledim, püsledim yanıma aldım, dışarı çıktım. Mevzu çocuklardan açılmışken ikinci evladımızın nasıl aramıza katıldığından bahsetmeden geçemeyeceğim.
Nefise Naz yavrum daha yaşını doldurmamıştı ki hamile kalmış olabileceğimin emarelerini görmeye başladım. Çok telaşlandım gayet tabii. Tanju’yla bile istişare etmeden doğru hastaneye koştum. Hemen, ne edip edip ondan kurtulmak istiyordum. Sonra arkadaşlarım ne derdi? “Kız sen deli misin, nesin? Acelen neydi? Daha biri kucaktan inmeden ikincisi de ne demek oluyordu? Tam bir köylü mantalitesi! Geri kalmışlık ruhu! Varoş kültürü…” gibi peşim sıra söylenebilecek cümleleri düşündükçe deliye dönüyordum. Vakit kaybetmeden kendimi hastanede buldum. Kapıdan girer girmez de ilk işim Doktor Nefise’ye uğramak oldu. Ona danışmadan edemezdim. Ayaklarım beni onun bulunduğu kata ve koridora mecbur ediyor, sürüklüyordu âdeta.
Kapısı her zamanki gibi açıktı. Tıklatmaya kolumu uzatıyordum ki gördü. “Gel Jaleciğim…” dedi, ayağa kalktı. Yaşlarımız birbirine yakın olsa da makamı vardı, ben ona hürmet edeceğim yerde o hürmette kusur etmiyordu.
DEVAMI YARIN