Ufuk hattına doğru ilerleyen kızgın güneşin huzmeleri, ensemi, yüzümü dayanılmayacak kadar yakıp kavuruyordu.
Harun Reşid:
- Doğruluk, dürüstlük, hakkaniyet, Allah için gayret, huzur ve saadet getiriyor. Bak Behlûl! Bu halk Ebu Zer gibi bir halk olmadığı müddetçe benden de hazret-i Ömer gibi bir halife olmamı beklemeyin. Hükümdara göre halk neyse, halka göre hükümdar da odur!
- Ne demek istediğinizi anladım Sultan’ım! Özür dilerim. Kusuruma bakmayın! Benimkisi DELİLİK işte!
- Sen yine bu deliliklerine devam et! Yoksa aklımı başıma kim getirecek? Onları "ne hâliniz varsa görün…” sahipsizliğine de bırakmadık elhamdülillah. Askerlerim uzaktan takip ediyorlar. Lazım geleni yapacaklar Behlûl!
- Elhamdülillah!
Sabır dinin yarısı, ateşe perde olur,
Büyüktür mükâfatı, sabırlı felâh bulur.
Her şey cinsine çeker köpek havlar, kurt ulur!
Zararın neresinden dönülse kârdır elbet,
Henüz nefes alırken, gecikmeden TÖVBE ET!
Takva olan kıymetli, kadri gayet yücedir,
Kimine göre meczup kimine delicedir!
İtibara bey denir, hanım ise ecedir.
Kararın kesin ise, hedefin vardır elbet,
Daha gözün açıkken, kapanmadan TÖVBE ET!
Hamdolsun Rabbimize, emrini ettik eda,
Bir gün ayrılacağız, hayat sana elveda!
Pişmanlık fayda etmez, kesilirse ses seda!
Tamahın fazlasından kaçılsa kârdır elbet,
Hayat devam ederken, geç kalmadan TÖVBE ET!
Misafire sevinip memnun ederek salan,
Bir gün bayram edecek, ameli kabul olan.
Sevgiliyi çok seven, muhabbetiyle dolan!
Sıranın ortasından olsa da kârdır elbet,
Daha imkân var iken, şimdi hemen TÖVBE ET!
Âlim olmak kul için, ne büyük saadettir,
Hattâ uykusu bile, makbul bir ibadettir.
İlmi olan sevilir, ilahi adâlettir!
Paranın helâlinden, pek fayda gelir elbet,
Şimdi imkân var iken, düşünmeden TÖVBE ET!
HOCA der ki; çok çalış, sağlığıdır bedenin,
Defteri sevapla dolar, onu memnun edenin.
Dikkat et sızlamasın kemikleri dedenin!
İyi kötü geçilir, günahlar kalır elbet,
Aklın başında iken, üşenmeden TÖVBE ET!
***
'MECZUB'UN ZOR GÜNÜ!..
Ufuk hattına doğru ilerleyen kızgın güneşin huzmeleri, ensemi, yüzümü dayanılmayacak kadar yakıp kavuruyordu. Toprak yoldan yükselen toz, yeni tutuşturulmuş çalı dumanı gibi havayı kaplıyor, onu dağıtacak en hafif bir rüzgâr bile esmiyordu.
Her zaman olduğu gibi yine ne yapacağımı bilmiyordum. Ne yanımda uyuklayarak yürüyen meczup Uleyyân’ın tozdan, güneşten kararmış yüzü, ne Dicle’nin sakin sularının buharı, ne de ardımıza düşen ve bizimle birlikte ilerleyen gölgelerimiz beni keyiflendiriyordu. Bütün dikkatim, uzaktan seçebildiğim Bağdat şehrinin insanı kucaklayan silüetinde...
Bu arada gökyüzü, nereden geldiği belli olmayan ve gittikçe koyulaşarak kararan, iç daraltan, yağmur dolu bulutlarla doluşmaya başladı.
Ara sıra uzaklardan keskin gök gürültüsü duyuyordum. Bu son durum, bir an önce kulübeme varmak için duyduğum sabırsızlığı artırıyordu.
DEVAMI YARIN