Hani büyüklerimizin sıkça kullandığı bir söz vardı ya tam bize göreymiş. “Deveye sormuşlar boynun niçin eğri? O da demiş ki nerem doğru ki?” Aynı minval üzereydik maalesef. Şimdi bazılarımız diyecek ki “minval” da ne demek? Doğrusunu söylemek icap ederse cümlede kullandım ama ilk etapta tam mânâsını ben de çıkaramadım. Sözlüğe baktım sizlere yanlış bir şey söylemeyeyim diye; üç kelimeyle cevaplamış lügat “Biçim, yol, tarz” demiş kısaca. Cümlenin gelişinden öyle olduğu anlaşılsa da yine de emin olamıyoruz maalesef. Köklerinden zarla zorla, hile hurdayla koparılmış zavallı bir nesiliz. Bunlar da delili, ispatı…
***
Doktor Nefise Hanımefendinin verdiği kitapları yanımdan hiç ayırmıyordum; çalışma masamda, çantamda, bilhassa kolay ulaşabileceğim yerlerde bulunduruyordum. Canım sıkıldığında rastgele bir sayfa açıp hastalığımın en keskin drajesini alıyor, kanayan yaralarıma merhemimi sürüyordum. İşte buyurun haksız mıyım?
İyi de, kötü de olsa her yaktığın mum söner,
Bir gün mutlaka yaptıkların sana geri döner…
Özene bezene seçmedim, sanki biri “görüp dersimi alayım” diye önüme koymuş gibiydi, kendiliğinden rast geldi. Sizce de öyle değil mi? Ne yaparsak şu veya bu şekilde önümüze gelmiyor mu? “Ne ekersen onu biçersin... Ne doğrarsan çanağına o gelir kaşığına…” ecdat sözleri de bu beyti destekliyor, bütün her yönüyle. Hem bu ecdat sözleri, durduk yerde söylenmiş, okkalı sözler de değiller. Bir tecrübenin, bir yaşanmış hatıranın kelimelere dökülmüş şekilleri her biri de... Bu sözler sadece şahıslara değil, yaşayan herkese; idare edenlere, edilenlere, analara babalara, evlatlara birer organizma olan devlet yapılarına da hitap ediyor, tabii muhatap bulabilirlerse.
“Ah yine! Lütfen mevzudan uzaklaşma…” dediğinizi duyar gibiyim.
Çok haklısınız. Galiba sizi anlıyorum. Böyle yapmakla yavaş yavaş sindirerek anlatıyorum yaşadıklarımı. Maksadım, birçok detayı gözden kaçırmamak mümkün olduğu kadarıyla. Düşündükçe ruhumun derinliklerine iniyorum. Geceleri niçin zor uykuya daldığımı, gün içerisinde yapıp ettiklerimden duyduğum pişmanlıkları, gözyaşlarımı, yalvarışlarımı hatta yakarışlarımı, kendimi acımasızca hesaba çekip eleştirdiğim o zifirî karanlık dakikaları, yalnızlığın içimi üşüttüğü o soğuk yatakları, kendi içime kıvrılarak uyumaya çalıştığım o uzun geceleri düşündükçe kahroluyorum. Kahroldukça da sizlerle paylaşıyorum, belki farkında olmadan deşarj oluyorum.
Hepinizi anlıyorum ve kendimi, hayalimdeki kirlenmemiş berrak sulara bırakıyorum usulca. Ben oracıktayım, o sınırsız deryaların içinde... Henüz ölmedim ve balıklara da yem olmadım. Belki Yunus Nebi gibi bir balığın karnına girerim, ya da yunus beni yutar, örter de çirkinliklerim görülmez olur. Üstüm açık olduğundan mı ne pek üşüyorum... DEVAMI YARIN