Nefsimle bitmeyen muharebem yeniden alevleniverdi...

A -
A +

Ne demişler? “Verilen güzellikleri kendin görmelisin ki, başkalarının övmesi ve yermesi seni çok tesiri altına almasın.”

 

 

 

Yalnız kalmayı sevmem, tabiat merakım, çevreye olan alâkam beni şehirden ormana, ormandan medeniyetin başladığı yere götürüp getirecekti defalarca.  Hesapta olmayan maymun karşıma çıktığından beri artık başka biri oldum. Nefsimle bitmeyen muharebem yeniden alevlendi. Çılgınca bir kavgaya tutuştum. Bakalım bu sefer hangisi galip gelecek? İçimden “Merak etme! Bir süre sonra yorulur, ayrılırlar” dedim. Bu andan sonra nefsim ve Şeytan kuvvetlerini birleştirmeye ve sonsuza kadar arkadaş olmaya, birlikte şan ve şöhret peşinde koşmaya karar verirler mi? Hiç belli olmaz!

 

Ne demişler? “Verilen güzellikleri kendin görmelisin ki, başkalarının övmesi ve yermesi seni çok tesiri altına almasın.” Hem de “Senin beğenmediklerin, başkalarının hayal edip ulaşamadığı şeyler olabilir; kadir kıymetini bil…” dedim, azgın nefsimi teskin etmeye çalıştım. Tam bu esnada bir vaveyla koptu. Hayvanlar birbirlerini paramparça ediyorlar gibiydi. Baktım fazla kalınacak gibi değil, sessizce sıvıştım, o tehlikeden uzaklaştım. Geldiğim yerlerden dönerek ormandan çıktım. Çıktım ama peşime takılan köpeklerden ne bir iz, ne bir işaret, ne de bir haber vardı, gidişleri o gidişti. Ya o kavganın içindeydiler, ya da başlarına bir hâl gelmişti de benim haberim yoktu. Bir müddet onların akıbetini düşünerek üzüldüm, hatta kendimi suçladım. Ormana gitmeseydim onlar da peşim sıra gelmeyecekti ve bu hadiseler yaşanmayacaktı. Kim bilsin ne hikmetler vardı?..

 

Ormandan sonra Bağdat’ın kenar mahallerinden birine uğradım. İçeri girer girmez bir insan seliyle karşılaştım. Sanki meydan muharebesi vardı da bir ben geç kalmıştım. “Biraz önce hayvanların kıyasıya kavgalarına şahid olmuştum. Belli ki yemlerini, kemiklerini paylaşamıyorlardı, onun için de ölümüne mücadele ediyorlardı. Bu iki ayaklı insan görünümlü mahluklar neyi bölüşemiyor?” dedim, aralarına daldım. Başıma o kadar sıkıntı geldiği hâlde yine de tehlikenin içine girmeden duramıyordum. Daha doğrusu insanların birbirlerini yiyip bitirmelerine lakayt kalamıyordum. Bu işler elimde değildi. “Hey bir dakika! Ne oluyor? Burası dağ başı mı? Neyi bölüşemiyorsunuz? İlla birini dövmek icap ediyorsa, gelin beni dövün!” diye öyle yüksek sesle bağırmışım ki sesimi duyan sustu. Biraz sonra genç bir delikanlı kulağıma eğildi: “İki kardeş babalarından kalma mirası paylaşamıyorlar. Bütün mahalleli de onları ayırt etmeye çalışıyor…” dedi, uzaklaştı. Aldığım bu malumat konuşmam için kâfiydi. “Hey ahali! Beni dinleyin! Bakın size ne anlatacağım?” dedim, işi iyice deliliğe verdim.

 

Delilik burada da işe yaramıştı. Biri laf attı: “Bre Deli! Bir üfürüklük canın var! Kim sana el kaldıracak? Hadi ne konuşacaksan konuş da gidelim!”

 

Etrafıma şöyle bir bakındım. Bütün gözler üzerimdeydi. Ne garip şeyler anlatacak, belki de oradakileri güldürecektim. Herkesin ayrı bir dünyası ve çok farklı da beklentisi olduğunu az çok tahmin ediyordum.

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.