"Ne nasiplisin ki, tövbe ettin. Samimice dönen hiç günah işlememiş gibidir."
Zülküf Efendi:
- Senelerdir dergâh dergâh mürşidini araman bundan demek ki efendim…
- Evet, öyle… Gönül evinin daha doğrusu gönül şehrinin kenarında yani pazarında âşıkların kanı sebil gibi, ücretsiz, bedava akar. Yani bu uğurda canın bir ehemmiyeti yoktur. Bu yolda nice âşıklar hiç tereddüt etmeden; Allah için canlarını feda etmiş, fena fillaha kavuşmuşlardır.
- !!!
Bu sözümü ârif anlar,
Câhiller bilmeyüp tanlar,
Hacı Bayram kendi banlar,
Ol şârın minâresinde.
Bu söylediklerimi herkes anlayamaz, maneviyatta hususi bir durum olan “TATMAYAN BİLMEZ”e işaret eder. Manevî bu muhabbet, ölüm, her şeyini feda, fena, beka gibi hâllerin anlaşılması o hâllerin yaşanması ile mümkündür. Bunu yaşamayan cahiller; boşuna söz söyler, kuru gürültü yaparlar.
- Benim gibi…
- Nefsini tanımayan Rabbini tanımaz Zülküf Efendi! Her şeyi sana söylenmiş gibi üzerine alman da bir derecedir… Demek sizde de istidat var…
- Utanıyorum efendim! Yer yarılsa da içine girsem…
- Ne nasiplisin ki, tövbe ettin. Tövbe eden, samimice dönen hiç günah işlememiş gibidir Zülküf Efendi. Ben de gelmiş, geçmiş, gelecek bütün haklarımı helâl ettim!
- Bu benim için en büyük müjde!
- Yaa! Elbette, öyledir. Bu son mısralarda şunu demek istiyorum; ben bu tecrübeleri yaşadım, bu şiirimle size yaşadıklarımı anlatıyorum sadece. Gönül şehrinin sokaklarını her yeriyle iyice öğrenince o kalp şehrinin minaresine çıkarak herkesi ebedi saadete çağırmak ihtiyacı duyuyorum. Bütün gücüm, kuvvetim yettiğince bağırmak, haykırmak istiyorum: “Gelin! Buraya gelin! Ebedi saadete, kurtuluşa gelin! Burası umut kapısıdır, ümitsizlik değil!” Daha neler neler… Bir insan âhiret derdiyle dertlenince duramıyor. “Ben kurtuldum, diğerleri bana ne” diyemiyorlar. İstiyorlar ki onlar da kurtulsun, Cehenneme gitmesin, ebedi bedbaht olmasınlar. Herkes bu yarışta olmalıdır Zülküf Efendi.
- Anladım efendim! Şeyhlik makamını elde eden mürşid-i kâmiller; öğrendiklerini insanlara anlatma, onları doğru yola çağırma derdinde oluyorlar hep.
- Benim de başka bir derdim ve maksadım yoktur Zülküf Efendi.
- Ah hocam!
- Mevlânâ Hazretleri buyurur: “Ey bülbül! Kış yüzünden ne vakte kadar feryâd edeceksin? Ey bülbül! Durmadan cefâdan bahsetmek revâ mıdır? Eğer gönlün, yârine hakikaten bağlı ise, gözünü aç da şükret; vefâdan bahset! Dikenle uğraşmayı bırak, gülden bahset! Gülün sap ve köke âit sıfatlarından vazgeç; onun zâtına bak! Şu fâni âlemle niçin bu kadar meşgulsün?! Yoksa varmak istediğin yer, ötelerin ötesi değil mi?”
- Hepinizde de aynı dert var efendim!
- Maksat aynı olunca dert de aynı oluyor! Mevlânâ Celâleddin-i Rumi Hazretleri bu ifadeleriyle, güle âşık olup dertli dertli inleyen bülbülün şahsında, Cenâb-ı Hakk’ı seven kullara hakiki bir aşkullah ve muhabbetullâhın âdâbını tâlim etmektedir. Buna göre, Allâhü teâlâyı seven bir mümin, bu muhabbetteki samimiyeti; birçok vesîleyle imtihana tâbi tutulacaktır. Tıpkı altının mihenk taşına vurulup hakikisiyle sahtesinin ayırt edilmesi gibi… DEVAMI YARIN