Nerede o ahbaplıklar, dostluklar...

A -
A +
 
 
Gözlerini yine uzaklara dikti. Bu sefer tam tekmil susmuştu. Rüzgâr da hafiften hafiften esiyordu...
 
Hayriye hanım:
- İster sohbet et, ister envaiçeşit yemekten tıka basa ye. Bizim buralarda açlıktan ölen insan hiç duyulmamıştı. Birlik, beraberlik ruhu da bu olsa gerek. Fakir fukara gözetilirdi eskiden.
- Hele büyük şehirleri gör hanım! Ne gezer insanlık! Kimse kimseyi tanımaz oldu. Eski zamandaki birlik ve dirlik içinde mahalleler aklıma geliyor da... Nerede o paylaşmanın ön planda olduğu eski komşuluklar? Nerede o ahbaplıklar, dostluklar ve akrabalar arasında davetler, birlikte iftarlar, bayramlar? İnsanlar artık yaşadığı apartmandaki kapı komşularını tanımıyor, tanısalar bile birbirlerini davet etmiyorlar. Oysa eskiden ne varsa o paylaşılır, yetmeyecek yemekler bereketlenir, yeter hâle gelirdi. Komşuluklar; suni ve mecburi bir arada yaşama yerleri hâline geldi. Herkes; “Ne ben başkasına gideyim, ne bana kimse gelsin...” deyip birbirinin kapısını çalmıyor.
- Olacak şey değil! Yazık, çok yazık!
- Hem de ne yazık! Onlar bizim en kıymetli ahlakî mücevherlerimizdi. Kırdık, çöplüğe attık.
- Ara ki bulasın!
- Yine ne varsa böyle ufak mahallelerde, köy yerlerinde var. Benim kadar iki tarafı da iyi bilen yok!
- Neyi?
- Şehir ve köy yerlerini. Kimse kendi hâline, istikbalimize fazla dertlenmiyor. Bu işin sonu nereye varacak? Çoğu insanın böyle düşüncesi yok! Şunu bilelim ki tadı damağımıza yerleşmiş, sevgisi yüreğimizin en güzel köşesine işlemiş şanlı ecdadımızın hayat tarzı yanında bugünün ne ehemmiyeti var? Bunca koşuşturulan, telaş içinde geçirilen ve üzerinde bile yeterince düşünülemeyen günlerimizin istikbâle dönük, gelecekte anlatılacak hiçbir güzel yönü kalmayacak, bu gidişle! Ne kadar ağlasak azdır hâlimize…
- !!!
Gözlerini yine uzaklara dikti. Bu sefer tam tekmil susmuştu. Rüzgâr da hafiften hafiften esiyordu, belki gece tipiye dönüşebilirdi. Ay, ufuk hattında; ha battı, batacak durumdaydı. “Her şeyin bir zevali var…” dedi, kapıya yöneldi. O da ne? Yakın evlerden birinin penceresinden yanık, ağlamaklı bir ilahi yükselmiyor mu? “Herkesin bir derdi var, mademki âdemzâdedir...” dedi, başını salladı, gözleri doldu. Onlar, ahiret derdiyle dertlenmiş mübarek zatlara hasretti. Öbür dünya derdiyle dertli olandan kaynaklanıyordu bu yanık ses? Doyasıya dinledi. Gören de “nefes almıyor” sanırdı.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.