Her zaman olduğu gibi yine kafam başka yerlerde ve pek dalgındım.
Öylesine yakıcı sıcak, öylesine bunaltıcıydı ki; boncuk boncuk ter akıyordu alnımdan yanaklarıma doğru. Rüzgâr sanki bize küsmüş, hepten susmuştu; ne bir dal ne bir yaprak kımıldıyordu.
Havanın ve zayıf bedenimin ağırlığına dayanamıyordum; pes etmeme ramak kalmıştı, üç beş adım sonra nalınlarımı çıkardım, elime aldım, belki rahatlarım diye. Nerede o beklediğim şey? Toprak rengine bulanmış bedenim terle yoğrulmuş çamura dönüşüyordu gittikçe. Toprak ve çürümüş yosun karışımı havaya bir de ter kokuları ilave olunmuştu. Bu gidişte rahatlamam kolay olmayacağa benziyordu. Üstelik kızgın taşlar, kuru çalılar çıplak ayaklarımı pişiriyor, yer yer de çizip kanatıyordu. Toprağın taşa, taşın kayaya, kayaların kurumuş yosunlara karıştığı eğri büğrü, sımsıcak patikada; kâh tökezleyerek, kâh seke seke sessizce ilerledim.
Her zaman olduğu gibi yine kafam başka yerlerde ve pek dalgındım. Sebebini ise bilmiyordum. Birisi sorsa “Ya Behlül, niçin böylesin?” verecek ciddi bir cevabım da yoktu. Herhâlde “Dünya hâli…” der geçiştirirdim. Anlayacağınız az buz değil pek dalgındım…
Neden sonra durabildim, niçin durduğumu da bilmiyordum. Durgun, berrak suyu görünce koştum, şuursuzca kıyısına çöküverdim. Sağıma soluma, üstünkörü şöyle bir bakındım. Cübbem ıslanmasın diye eteğini topladım; ayaklarımı iyice durgunlaşmış suyun serinliğine daldırdım. Rahatlanmamdan dolayı mı ne hemencecik sevimli bir tebessüm konuverdi dudaklarıma. yanaklarımda gamzeler oluştu. Gözlerimde huzur dolu parlak bir ışıltı… Neler düşünmüyordum ki… Bir müddet öylece kalakaldım, aklıma gelenlerden dolayı...
Öylesine tarihî hadiselere, yaşanmış hayatlara dalıp gitmiştim ki… derken beklenmedik tok ve dolgun bir “şak!” sesi yankılandı havada. Önce bir mânâ veremedim, duymamış gibi davrandım. Kafam, aklıma gelenlerde hâlâ. "Bana doğru süratle yaklaşan şey acaba ne olabilir?” Saklanmış korkularımın ilk habercisi miydi? Rüyada mıyım yoksa hakikatte mi? Doğrusu o an için hakikat ile hayallerimi net olarak ayıramıyordum. Üzerinden azıcık bir zaman geçti, benzer ses, bu defa kendini daha kuvvetli, daha yakından ve çatırtılı bir tınlamayla tekrarladı.
Gayr-i ihtiyarî pürdikkat kulak kabarttım. Başımı çevirdim sesin geldiği tarafa doğru. Hemen arkamdan yükselen yamaçtaki bodur ağaçlardan gölleşmiş durgun suya sanki gökyüzünden bir cisim düşmüştü. Ya da bana öyle geliyordu. Kocaman bir karartıydı, sık ağaçların arasından dalları çatır çutur kırarak inmişti zemine. Neye uğradığımı anlayamadan, ellerimi bağrımda birleştirerek oturduğum yerden fırladım...
DEVAMI YARIN