“Neredesin Hacı Hafız, kaç gündür gözüm yollarda..."

A -
A +
 
 
"Sen buradan köye gitmeden doğru İd’e ve vakit kaybetmeden de müftülüğe uğra! Tamam mı, anlaşıldı mı?.."
 
Bir seneyi geride bırakmıştık. Yaylaya çıkılmış köyde yalnız kalmıştım. Beni bir sıkıntı kapladı. Sebebini bilemediğim bir hissiyat içimi, görünmez bir çırayla tutuşturmuş, âdeta cayır cayır yakıyor, “Seni köyden çıkaracağız! Yeter, def ol!” diye lakırdılarını duyduğum acayip rüyalar görüyordum. Her sabah yatağımdan doğrulduğumda; “Bunda bir iş var! Bir manevi ikazla karşı karşıyayım…” diyordum ama bir türlü işin içinden de çıkamıyordum.
Neden sonra birkaç cemaatimden müsaade aldım. Dedim, “Yarına Kehtik’e gideyim. Mübarek hocam Hasan Babamın ellerinden öpeyim. Belki o bizi çağırıyor da ben anlayamıyorum…” diye düşünerek atı hazırlattım. O zaman orta mektepte okuyan ortanca oğlum Ragıp da evdeydi, onu da aldım yanıma, önce Şekerli’ye indik, derviş arkadaşım Sıddık Babaya uğradık, bir çayını içtik. Bizi, insanın kıt olduğu bir mevsimde karşısında görünce pek sevindi, “Hasan Babaya gideceğimi…” söyleyince o da heyecanlandı. “Hadi ben de geleyim! Zaten hasretiyle yanıyordum. Biraz ferahlanırım…” dedi, peşimize takıldı…
Kehtik’in altına varmıştık ki tepedeki birinin “Neredesin Hacı Hafız, kaç gündür gözüm yollarda sizi bekliyorum?” diyen o müşfik sesini duydum. Hemen atın üzerinden aşağı atladım. Yürüyerek hane-i saadetlerine vardık ki tam tekmil kurulu sofra, sanki bizi bekliyordu. “İşte keramet arayana keramet…” diye geçiriyordum ki, mübarek, elime vurdu. “Her şeye bir kulp bulma Hacı Hafız Hocam! Hep talebeler mi yanar? “Hocaların yangınının bacası olmadığından dumanı görülmez!” İçimden “Eyvah! Ben ne yaptım? Baltayı yine taşa vurdum!” dedim, “Tövbe estağfirullah…” çektim, boyun büküp teslim oldum…
O günümüz nasıl bereketli geçti anlatamam. Fakat Hasan Baba hazretleri durmadan, “İd’e gittin mi, İd’den bir haber var mı? Müftü nasıl biri?” deyip duruyor, sanki benden bir şey öğrenmek istiyordu.
- Yok Efendim! İd’e uzun zamandır uğramadım. Fazla işim de olmuyor. Arada sırada gaz, çay şeker, şu bu ihtiyacımız olduğunda ellerinizden öperler, uşaklar büyüdü, onları gönderiyorum. Aha biri burada...
- Maşallah Ragıp Efendiye! Sen buradan köye gitmeden doğru İd’e ve vakit kaybetmeden de müftülüğe uğra! Tamam mı, anlaşıldı mı?
- Peki. Olur efendim!
- Peki, demek çok güzel.
- Nasıl efendim?
- Peki demek çok zordur. Eğer Ebu Cehil, Peygamber Efendimize “PEKİ” deseydi, İslamiyet’in en ileri gelenlerinden biri olurdu. Hazret-i Ömer’den daha büyük pehlivandı ama demedi. Allah korusun, hazret-i Ömer “HAYIR” deseydi, Ebu Cehil’den kötü olurdu. Yerine göre, söylenmesi çok mühim olan iki kelime: “Peki” ile “hayır...” Bir kimse, “PEKİ” der, Müslüman olur, sonsuz nimete kavuşur. “HAYIR” der, kâfir olur, sonsuz azaba maruz kalır.
- Ebü Cehil, Ebü Leheb gibi...
- Aynen. İtaat etmek, peki demek zordur, çünkü iki büyük mâni, diğer bir ifadeyle engeli var.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.