İnsanlara sahte, yalandan değil de bütün samimiyetimle, sahiden güldüğüm o çocuksu günlerimin hasretiyle doluydum. Kalpten, şeksiz, şüphesiz inanmayı, bütün hücrelerimle adam gibi sevmeyi, etrafıma “çok mesudum” görüntüsü verdiğim günleri değil de hakikaten huzur ve saadetle dolu olduğum o eski günlerimi çok özlüyordum.
İnsanlara korkarak mesafeli olmak yerine, hiç tereddüt etmeden, aklıma kötü bir şey gelmeden, emniyet içinde yaklaşmanın hasretini çekiyordum.
Hastalığa şifa dertlere deva, çaresizliğe çare aramıyordum. Ya ne arıyordum? Hiçbir şeyi umursamadığım o çocuk saflığındaki masum günlerimi... O tertemiz, kirlenmemiş günlerimin hasretiyle yanıp tutuşuyordum. İnanın ki çok arıyordum şunu bunu değil, beni ben eden şahsiyetimi. Berrak, bulanık olmayan duru, sapasağlam ayakta duran, kandırılmamış, hisleriyle oynanmamış Jale’yi arıyordum, hem de hasretle ve çok...
İçimde görünmez, tarif edilmez muharebeler vardı. Nefsimle cebelleşmeye devam ediyordum hâlâ. Tırtıl bile kelebeğe dönüşüyordu da; benim gibiler kolay kolay hakiki insana dönüşemiyorduk ne hikmetse!
***
Bir gün Nefise Doktor’um “Kadına ağırlık, erkeğe efendilik çok yakışıyor…” diyerek benim nasıl olmam lazım geldiğini söylemişti. Yine başka bir gün de “Acılar insanı daha kuvvetli yapar, güçlü kılar…” demiş birçok evliya hayatından misaller vermişti. Hanım evliyalardan Hazreti Rabia radıyallahü teâlâ anhanın hayatını anlatmıştı. Bana göre yaşanması imkânsız bir destandı. Yeri ve zamanı geldiğinde misaller vererek anlatabilirim de...
Kısa bir anekdot bugünlük. Kur’ân-ı kerimde Allahü teâlâ mealen şöyle buyuruyor:
“Bazı şeyler sizin çok zorunuza gider, çok gücünüze gider, üzülürsünüz. ‘Bu musibet başıma nereden geldi?’ dersiniz. Hâlbuki bilmezsiniz ki, bu sizin için hayırlıdır. Bazı şeylere çok sevinirsiniz, ‘yaşadık’ dersiniz. Bilmezsiniz ki, onlar sizin için kötüdür, şerdir…”
Bir hadis-i şerifte de “Sabretmek, ferahlamanın anahtarıdır…” buyuruluyor. Dolayısıyla biz kullara isyan etmek, itiraz etmek yakışmıyor. Bunun en güzel örneğini hayatıyla Rabia-i Adviyye hazretleri veriyor.
Nasıl mı?
Şöyle: Bir gün çok ağır hastalanıyor Mübarek Hanım. Yanındakiler derler ki:
- Muhterem Anneciğim, siz herkese duâ ediyorsunuz onlar da maşallah şifa bulup iyileşiyor. Bir de kendinize duâ etseniz, olmaz mı? Çektiğin acılara biz dayanamıyoruz, ya siz nasıl dayanacaksınız?
- !!!
Etrafına toplanmış olanlara şöyle solgun ve yaş dolu gözlerle baktıktan sonra buyuruyor ki:
- Size bir sevdiğiniz, itibarlı bir dostunuz, muhterem bir arkadaşınız bir hediye getirse, verse, “Kardeşim kusura bakma, bunu kabul etmiyorum, iade ediyorum!” derseniz, onun kalbi kırılmaz mı?
- Elbette kırılır.
DEVAMI YARIN