Çaylar içildi, istirahat yeri gösterildi, odalarına çekildiler ama uyku uyuyacak ne hâl, ne de mecal kalmıştı!..
Hocasını pürdikkat dinliyordu:
-İtaat etmekte, peki demekte iki büyük mâni vardır. Bu iki engeli aşmak çok zordur: Birinci mâni, insanın nefsidir. Ölmeden önce, çıkacak en son huy başkanlık, başkalarına emretme, şef olma arzusudur. Eskiden, adamın biri helaya gitmiş, dizili ibriklerden birini alırken, hela bekçisi;
“Onu değil, yanındakini al” demiş. O da, denilen ibriği almış, çıktıktan sonra demiş ki; “Birinci ile ikinci arasında ne fark vardı da, ötekini aldırmadın?” Cevabı çok manidarmış; “Burası bana ait, ben ne dersem onu yapmalısın, yoksa su vermem!” demiş. İşte baş olma arzusu budur, “Hep benim dediğim olsun…” diye düşünür. İtaate, “PEKİ” demeye, nefs şiddetle karşıdır. İkinci mâni ise akıldır. Her şeye inanıp gemiye bindikten sonra “Bu yanlış” deniyor, çünkü akıl içeride duruyor. Bindiğimiz geminin kaptanına karşı, “Şuradan git, şöyle hareket et…” demek gibi, bir defa bile olsa söz hakkımız yoktur. Sadece “Ne diyorsun?” diye sual ederlerse o zaman, varsa fikrimizi söyleriz. Demek ki, dünyada en zor iş, aklını ve nefsini bir tarafa koyarak “PEKİ” demektir.
- Efendim, peki demenin bu kadar kıymetli olduğunu anlamamıştım.
- O kadar kıymetli Hacı Hafız Hocam! Mevlâna Celaleddin Rumi hazretleri, “Hocama kavuştum, aklımı bıraktım ve kurtuldum...” buyuruyor. Eğer aklına uysaydı, Mevlâna hazretleri olamazdı. Onun için akıl, hocasını buluncaya kadardır.
- Elhamdülillah!
- !!!
Lütfü Hoca, o gece çok sırlara şahit olmuş, fevkalâde tesirinde kalmıştı. Çaylar içildi, istirahat yeri gösterildi, odalarına çekildiler ama uyku uyuyacak ne hâl, ne de mecal kalmıştı. Sabaha kadar Hasan Baba hazretlerinin sıkı sıkıya üzerinde durdukları cümleleri aklından geçirdi. Niçin “İd’e git, mutlaka müftülüğe uğra…” diyordu? Niçin, “Geleceğimizden haberi varmış gibi bizi bekliyordu?” Sorular sorular…
Sabah ezanlarıyla kalkıp abdestlerini aldılar, namazlarını cemaatle kıldılar. Kahvaltı tam tekmil hazırdı. Atlar doyurulmuş, suları verilmiş, eyerlenmiş vaziyette kapı önünde bekletiliyordu. “Demek ki zaman kaybı olmadan yola çıkmak icap ediyor…” diye düşünerek vedalaştı, muhabbet öyle taşıyordu ki emir olmasaydı birkaç gün kalmadan asla ayrılmayacaktı.
Keğani köprüsüne gelince “Çocuklar evde yalnız…” diyen Sıddık Babayla vedalaştılar. O, Şekerli’ye, baba oğul da doğru İd’e… Kafası müftülükteydi. “Hocam o kadar ısrar ettiğine göre buradan iyi veya kötü bir şeyler olabileceği…” düşüncesiyle Ragıp’ı atıyla birlikte Aysen Bibilerine bırakıp doğru müftülüğe gitti Lütfü Hoca... DEVAMI YARIN