"O kâbiliyet sizde de mevcut Behlül"

A -
A +

"İnşaallah öyleyimdir Sultan'ım. Rabbim hüsn-ü teveccühlerinize layık eylesin..."

 

 

 

Behlül:

 

- Yüksek bir fedakârlık Sultanım. Nefsime bakıyorum, acaba öyle bir durumda olsaydım ben ne yapardım?

 

- Öyle olmasa da mutlaka benzerini yapardınız Behlül! O kâbiliyet sizde de ziyadesiyle mevcut.

 

- İnşaallah öyleyimdir Sultan'ım. Rabbim hüsn-ü teveccühlerinize layık eylesin.

 

- Âmin! O ihtiyar kadın mahcup olup utanmasın diye daha sonraları da sağır taklidi yapmaya devam etmiş ve bu hâlini o kadının ölümüne kadar kırk yıl sürdürmüş… Bu yüzden “ESAM” yani “SAĞIR” diye şöhret bulmuş. Hâlâ da öyle. Onunla iftihar ediyorum  Behlül! Bak sana ne anlatacağım?

 

- Buyurun Efendim.

 

- Bu Hâtem-i Esam, genç yaşlarında ziyaret için MUKADDES beldelere gitmiş. İlkin Medine-i münevvereye uğramış. Etrafa şöyle bir bakmış, yüksek köşkler, saraylar, malikâneler görmüş ve yanındakilerinden birine demiş ki: “Resûlullah, sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz’in sarayı hangisi?”

 

Onlar da “Bu ne biçim suâl?” kabilinden önce şaşırmışlar, sonra da demişler ki: “Resûlullah, sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz’in sarayı yoktu. İşte şu küçücük evler gibi küçücük hücreleri vardı; damları hurma dalındandı, duvarları çamurla sıvanmıştı. Yani örülmüş çalının üstü çamurla kaplanmış evlerdi... Ne sarayından bahsediyorsun sen?” diye şaşkınlıklarını dile getirirlerken Mübarek Hâtem daha çok şaşırmış ve onlara hitaben demiş ki: “O zaman gördüğüm bu saraylar da ne oluyor? Sayılmayacak kadar çok. Her taraf kasır, köşk... Bunlardan biri Allahü teâlânın Habibi’nin, aleyhisselâm, değilse ya kimin? Bunların ne işi var burada? Demek ki Peygamber Efendimiz’in evlerinden daha ihtişamlı binalar yapanlar türemiş! Firavunların şehrine benzemiş!” demiş. Sonra devam etmiş: "Sevgili Peygamber Efendimiz öyle yerlere tenezzül etmemiş de niçin buradakiler böyle kasra, köşke bu kadar rağbet ediyorlar?” İşte Hâtem-i Esam’ın hâli.

 

- Sultan’ım gıpta ettim Hâtem-i Esam kardeşime. Ah! Ben de öyle saf, tertemiz olabilseydim!

 

- Siz de öyle derseniz vay Harun Reşid’in hâline!

 

Burada olduğu gibi her hikâyede, mazimizden, millet olarak geçmişimizden günümüze akseden dersler, ikaz ve işâretler mevcut, tabii ki gören gözler, işiten kulaklar için. "Bir kimsenin ahmak olduğunun alâmeti, kendi ayıbını bırakıp başkasının ayıbıyla meşgul olmasından anlaşılır" buyuruyordu muhterem hocam. Ben de kendi kusur ve kabahatlerimi bırakmış nelerin peşindeyim? Ah azgın nefsim ah!

 

Tam bir nasihat olan bu ibretli hikâyeleri, yaşanmış hadiseleri dinledikçe veya okudukça dünyaya bakışım değişiyor, ufkum açılıyor elbette. Aradan uzun seneler geçse de insanoğlunun karşısına çıkan hâdiselerin ufak tefek farklılıklarla pek birbirine benzediğini, hatta âdeta birbirinin tekrarı olduğunu hayretle görüyor, kendime onlardan dersler çıkarıyordum. DEVAMI YARIN

 

 

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.