O kara bulut parçalanarak dalgalı bulutlara ayrıldı...

A -
A +

Ne kadar vakit geçti tam kestiremesem de artık yağan yağmurun sesi azaldığı gibi, gök gürlemeleri eskisi kadar işitilmiyordu.

 

 

 

Önce iri bir yağmur tanesi düştü. Arkasından ikinci, üçüncü damlalar; sonra üstümüze fasılasız yağmur daneleri düştü ve hızlandı. Vadi, yağmurun kendine has hışırtısıyla doldu. Zayıf kollarımı çelimsiz bacaklarımı örten gömleğim, sırılsıklam olmuştu. Tozlu yol şimdi ıslaktı. Yol ortasında rüzgârdan sallanarak şaşkın şaşkın yürüyen zavallı Uleyyân’ı bir ara göremez oldum. Yoğun yağmur ve sisten dolayı hepten, gözümün önünden kayboldu. Yalnız o mu? Bütün yürüyenleri de göremiyordum. Öksürük, aksırık, yüksek sesle konuşmalar, at kişnemeleri de duyulmasaydı kendimi hepten yalnız hissedecektim.

 

Yağmur, kuvvetli rüzgârın tesiriyle yan yan, bardaktan boşanırcasına yağıyordu artık. Sırtımdan inen sular, ayaklarımın altındaki bulanık suyla birleşip küçük sel oluyor diğerlerine karışıyordu.

 

Önce küçük yuvarlaklar biçiminde toplanan tozlar, sonradan ayaklarımızın yoğurduğu sulu bir çamura dönüştü. Sarsıntılar azaldı, çamur içindeki ayak izlerinden, bulanık seller her tarafı kapladı. Şimşeklerden çıkan ışıklar daha zayıf, daha geniş bir sahayı aydınlatıyordu.

 

Ne kadar vakit geçti tam kestiremesem de artık yağan yağmurun sesi azaldığı gibi, gök gürlemeleri eskisi kadar işitilmiyordu. Bilahare yağmur seyrekleşti; kara bulut parçalanarak dalgalı bulutlara ayrıldı. Güneşin bulunduğu yer aydınlanmaya başladı, bulutun kuzguni renkli kıyısından göğün mavi bir parçası azıcık göründü. Bunu fırsat bilen güneşin titrek ışığı, yoldaki su birikintilerinde, elekten geçiyormuş gibi düz, ince yağan yağmurun çizgilerinde, yol kıyısındaki yıkanmış parlak otlarda ışıldamaya başladı.

 

Kara bulut, bizden uzaklaşmıştı lakin eskisi gibi göğün karşı yanını korkunç bir biçimde kaplıyordu. Artık ondan korkmuyordum. İçimdeki ağır korkunun yerini, anlatılamayacak kadar hoş bir yaşama hissi kaplıyor; ruhum, tazelenen, neşelenen çimenler gibi sevinçle doluyordu. Sultan, kaftanının eteklerini indirdi, sarığını çıkarıp silkeledi. Sırılsıklam ıslanmış olsam da güzel kokulu taze havayı kana kana içime çekmek hoşuma gidiyordu. Atların sırtları, koşumları pek ıslanmış, güneşte cilalanmış gibi parlıyordu.

 

Kısa zaman içinde ne zıtlıklar yaşamıştım bugün.

 

Yolun bir yanında güzden ekilmiş, yer yer sel yolları bulunan, toprakları ıslak, yeşillikleri parlayan, gölgeli bir halı gibi ufka kadar serilmiş uçsuz bucaksız tarlalar vardı. Öteki yanında ceviz, hurma fidanlarıyla karışmış bir kavak ormanı, sonsuz bir huzura kavuşmuş gibi kıpırdanıyor, yıkanmış dallardan, yerdeki yapraklara yavaş yavaş yağmur damlaları süzülüyordu. Her yanda tepeli tarla kuşları, neşeli ötüşleriyle uçuşup duruyordu. Islak çalılıklardan serçelerin çığlık çığlığa telaşlı ötüşleri “burada hayat var…” dedirtiyordu. Bazen bir bülbül, bazen bir guguk kuşunun sesi, yağmur sonrası güzelliğe güzellik katıyordu.

 

DEVAMI YARIN

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.