O, Lütfü Hoca'nın Hanımı olmaktan dolayı mutluydu…

Sesli Dinle
A -
A +

Doğup büyüdüğü köyle şimdi hayat mücadelesi verdiği köyün arasına aşılması zor bir duvar gibi yükseliyordu.

 

 

 

Uzun zamandır yağmurların yağmamasıyla toprak âdeta kavruluyordu. Bu engebeli yayla parçası, su kenarlarında yeşilimsi, çoğu yerlerde sarımtırak ve Narman sırtlarına doğru mor renklerle dalga dalga uzanıyordu. İnsan, ilk bakışta bu bozkırı takip etmekten yoruluyor ve kalbine bıçak saplanmış gibi gariplik acısı çöküyordu… Hayriye Hanım da öyle oldu. Başını güneşin doğduğu tarafa çevirdi. Yüksek dağlar, toprak ve kaya yığınlarından ibaretti. Doğup büyüdüğü köyle şimdi hayat mücadelesi verdiği köyün arasına aşılması zor bir duvar gibi yükseliyordu. Yalnız ana baba ve kardeşlerinden ırak olmanın verdiği bir hüzün içinde olsa da, Lütfü Hoca'nın Hanımı olmaktan dolayı hâlinden memnundu…

 

Daha eve girmeden aklına neler gelmiyordu ki? Evvela gözüne çarpan manzara, iki yassı tepenin arasındaki dere boyunca sıralanmış evlerdi. Bu evler, hem rüzgârdan muhafazalı, hem de suya yakın düşünülmüştü. “Kız Naciye hele gel şöyle taşların üzerine oturalım, bir nefeslenelim… Burası serin” diyerek devasa söğütlerin tülden gölgeleri altındaki büyük taşların üzerine çömeldi.

 

Köyün etrafından, ona hâkim yerlerden çıkıp bakabilseydi güzellikleri daha çok görebilirdi. Sütlüpungar Kayası, Gaban, Koçkozlu, İncesu’ya doğru yükselen tepeler... Hurtkesen, Keğani yolu, Dereyolu tepeleri, Çakrak’ın başı… Hangi taraftan bakarsa baksaydı o kadar kurak geçen yaza rağmen yine de hep aynı güzellikteydi.

 

Cam gibi keskin bir ışık altında bu köyün bütün çizgilerini ve arazi terkiplerini kendisinde topladığı ufuk, hep aynı sükûnetteydi. Ne zamandır cepkenini rüzgâra vermiş bir süvari gibi zaman ve hadiselerin selinde yol almıştı? Ona göre buranın sakinleri için, bütün ümitlerin kendisinde toplandığı son sığınak, kimi zaman bir kartal yuvası gibi erişilmesi imkânsızdı.

 

Velhasıl bu köy ve çevresinde, bu mümbit topraklarda, yürünen yolun her istirahat yerinde daima vakur ve ihtişamlı çehrelerin, sert mizaçlı fakat zalim olmayan, dar geçimli lakin vakur, yüzü ak, açık alınlı, zorlukların üstesinden gelebilen, hakiki manada hissiyatı yüksek ana-baba ve samimi dost simaları görürdü Hayriye Hanım…

 

Bu sene ne hikmetse toprak, yazdan beri âdeta höllük gibi kavruluyordu. Ya da ona öyle geliyordu. Tabiri caizse yana yana yanacak yeri kalmamıştı. Köyün davar sürüleri, inek nahırları âdeta kül olmuş toprağı, aşındıra aşındıra toz hâline getirmişti. Lodos esmiyordu. Arada bir “sazak” üfürüyordu ki o da gazelleri, çeri çöpü oradan oraya sürüklemeden, savurup derelere doldurmadan maada bir iş yapmıyordu. Toprak yollara dikkatli bakanlar, hayvanların ayaklarından çıkan tozların duman gibi yükselişini rahat görebiliyordu.

 

- Dalgınsın yenge!

 

- He ya! Biraz daldım!

 

- Deminden beri sizi seyrediyorum. Baktım kafan başka âlemlerde sustum.

 

- Allah iyiliğini versin Sultan Hanım! Kafam nerede olacak? Sıkça dışarı çıkmadığımdan, şöyle etrafa bir göz gezdireyim dedim! Hem belki o kızı bir daha görürüm!

 

- O kızı çağıracağım, merak etmeyin! Kız Nermin git Nuran’ı çağır gelsin hizmeti birlikte yapın! Tamam mı?

 

- He ana gidirem! DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.