Her şey tozpembe yarı bulanık görünüyordu gözüme. İçtiğim çaydan mı ne ağzım hâlâ buruk ve sıcak bir tat vardı. Gözlerime uyku indiren bir aydınlık içindeydi kara sevdalım. Onu görüp ayağa kalktığımda, o hâlâ biraz önce çayımı bırakıp giden garsonu takip ediyordu şahan bakışlarıyla. Kıskançlığı yatıştıktan sonra gelip elimden tuttu. “Sen beni konuşmadan anlıyor, seslenmeden duyabiliyorsan! Bu işte bir tuhaflık yok mu Jale'm?” dedi, avuçlarımı yakaladı sıkı sıkıya. Sanki kulağıma eğilip söyleyeceklerini iki elimle kavramıştım. Gözlerim yanıyor, burnumun ucu kızarıyor; serin havaya rağmen elimin tersiyle alnıma biriken terleri siliyor, onun aşk dolu sözlerine sadece gülüyordum.
***
Evlilik öncesi hayatımı hayal etmemden dolayı ayrı bir zevk alıyordum. İşte yine daldım gittim o günlere:
Kara sevdalımla yine bir gün, mühim bir karar vermek üzere buluşacaktık... O gece ne yaptım ettimse de bir türlü uykum gelmiyordu. Buluşma öncesi aşağı yukarı hep aynı olurdum; telâş telâş!
O sabah her şey çok farklı başlamıştı. Gözlerim akşamdan kalma meyhaneci müdavimleri gibi şiş, başımda bir ağırlık vardı. Ağrı diyeceğim ağrı değil, kararsızlık diyeceğim o hiç değil, uğultuyla karışık tuhaf bir hâl… Akşamdan beri hep açık kalmış televizyon sesi kulaklarımı tırmalıyor… O hâlâ bildiğini okurken, tek kişilik koltukta uyuyakalmışım. Buna uyumak denirse tabii! Pencere yarı yarıya açık… Yeni doğmuş güneş, perdenin aralıklarından, altın sarısı huzmelerini gözüme kadar ulaştırmaya can atıyor. Niçin böyle dediğimi tahmin edersiniz herhâlde. Balta girmemiş orman misali yükselen devasa gökdelenlerin, apartmanların arasından yol bulup bana kadar gelmesi, büyük bir marifetti de onun için öyle diyorum.
Her neyse, akşam çok heyecanlıydım. Bütün gece, yarın Tanju'nun karşısına ne giyip çıkacağımı ve onu cezbedecek ne yapacağımı düşünüp durdum. Uyumadığım gibi yine de herkesten önce kalktım. Elbise dolabımı açtım. Anneciğim itinayla yıkayıp ütülediği elbiselerimi; bir vitrin bezer gibi sıralamıştı. Süt gibi beyaz olmayan, kemik rengi ipek gömleğimi ve düğmeleri sedeften siyah pantolonumu, ona münasip şık kemerimi ve asla vazgeçemediğim aksesuar saatimi, çanta ve ayakkabılarımı seçtim... Sonra aynanın karşısına geçtim, saçımla her sabah yaptığım muharebeme başladım.
Saç düzenlemem yorsa da kazanan her zaman ben oluyordum. Artık hazırdım, dikkatimi toparlayabilmem için bir kahve içtim ve kendimi sokağa attım. Ortalıkta kimsecikler yok gibi çok kalabalık değildi. Buluşma saatimize daha bir saat vardı, belli ki vakit erkendi. Olsundu. Aşk ferman dinlemiyordu...
***
Kafamda sevdalım, öyle rastgele yürürken kendimi Tanjuların kapı önünde buldum. Aradım, erken çıkmaya ikna ettim. Fakat sesinde bir burukluk bir titreme vardı. Alışık olmadığım bir durumdu. Problem neydi?
DEVAMI YARIN