Ölümün ucunda defalarca döndük durduk!..

A -
A +

Hakikatlerle yüzleşmesine yüzleştik ama neye yarar ki; “Bad-el harab-ül Basra=Basra harap olduktan sonra.”

 

 

 

Çok egoisttik çook! Diyeceksiniz ki bu noktaya nasıl geldiniz? Seneler sonra ancak uyandık ama nice acılar yaşadık ve yaşattıktan sonra!

 

Hep etrafımızı kıra döke ilerledik, çevremizi tutuşturduk, yaktık, kendimiz de içinde yandık. İki yüz kilometre hızla giden otomobilin önüne çıkan araçlara çarpmaması gibi ani ve sert fren yapmasının asfaltları sökercesine çıkardığı ses gibi kulaklarımızı tırmalayan pişmanlık çığlıklarıyla yanıp kavrulduk bütün ruhumuzla! Ölümün ucunda defalarca döndük durduk! Ailelerimize kan kusturduk! En nihayet, dertler yumağı ve pişmanlık gözyaşları akıtarak ancak sakinleşebildik.

 

Hakikatlerle yüzleşmesine yüzleştik ama neye yarar ki; “Bad-el harab-ül Basra=Basra harap olduktan sonra.”

 

Hissiyatımı “kıssadan hisse” kabilinden bir hikâye ile pekiştireyim isterseniz.

 

Böylece belki meramımı daha iyi anlatmış olurum. Kahramanımız, çaresiz bir fukara. Siz ona bir hırka bir lokma derviş de diyebilirsiniz. Hiçbir şeyi olmayan Basralı bir gönül adamı anlayacağınız. Bu Basralı, günlerce aç kalmış ve önüne çıkan herkesten bir dilim ekmek dilenmiş. İsteğini karşılamadıkları gibi, yüzüne bakmamış, dinlememiş ve üstelik hakaret edip kapılardan da kovuyorlarmış.

 

Dervişin perişan hâlini gören bir kasap acımış, bir parça çiğ et uzatmış eline. Derviş, bir karnının gurultusuna bir de çiğ yiyemeyeceği ete bakmış. Önünde iki yol varmış, ya eti pişirecek ya da açlıktan ölecekmiş. Bu sefer de ateş istemeye başlamış insanlardan. Sanki yeminliymişler gibi ateş de vermemişler. Kalbi iyice incinen derviş; ellerini açıp Allahü teâlâya yalvarmış. Ona sığınmaktan, ondan yardım istemekten başka çaresi kalmamış.

 

“Ey her şeyi yoktan var eden Rabbim! Şu etimi pişirebileceğim bir ateş ihsan eyle…” diyerek kalpten yalvarmış. Gariban’ın duâsı biter bitmez büyük bir yangın çıkmış Basra’da.

 

Şehir ahalisi canının derdindeyken, o bir köşede etini pişirmeye başlamış.

 

Daha önce ateş istediklerinden biri, kendilerinin ölüm korkusuyla kaçtıkları yangında et pişiren dervişi görmüş, ona “Hey babalık! Sonunda ateşi buldun!” deyip laf atınca derviş:

 

“Bad-el harab-ül Basra=Basra harap olduktan sonra” diye cevaplayarak üzüntüsünü beyan etmiş.

 

Bunu niçin anlatıyorum? İş işten geçtikten sonra ne kadar pişman olsan da faydasının olmadığına dikkatinizi çekmek için tabii. Sözüm anlayana. Anlamayana davul zurna bile fayda etmiyor zaten.

 

Moğolların Basra'yı ele geçirmelerinden sonra yaygınlaşmış bu deyimi kullanmak nereden de aklıma gelmişti? Çünkü Moğollar şehri ele geçirdikten sonra yakıp yıkmış yerle bir etmişler, ne kadar kıymetli tarihî eserler varsa. Hatta şehrin kütüphanesini bile ateşe vermişler. Taş üstünde taş bırakmamışlar. Yani Moğollar Basra’yı aldıktan sonra geriye Basra’yı Basra yapan hiçbir şey bırakmamışlar.

 

Bizim gençlik adına ailelerimizi yakıp hâk ile yeksan etmemizin Moğollardan ne farkı vardı? Onlar ilmin kalbini bir defa yakmışlardı bizler, ailemizin, en yakınlarımızın kalbini her gün yakıyorduk! “Kim daha zalim?” sualinin cevabını size bırakıyorum. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.