Onun "yuvam" dediği evi şimdi bomboştu...

A -
A +
Nene, utancından ve edebinden mi ne erinin yanında fazla duramadı. Anacığını aramaya koyuldu...
 
Sözlerini henüz tamamlamamıştı ki üç tane kıllı dev gibi Ermeni pehlivan, pis pis sırıtarak ayağa kalktı. Sararmış dişlerini göstererek üzerine üzerine gelirlerken, fark edemediği bir yönden yaylım ateşi başladı. Üç çete mensubu da bulundukları yere yığıldı. Zulal’ın beti benzi solmuş, tüfeği elinden düşmüştü.
Tam bu esnada yiğit Mehmet Abdullah’ı, yıkık duvarların birinin üzerinden Nene’nin önüne atlayıverdi. Nene, sevinsin mi, gülsün mü, ağlasın mı? Pek kestiremedi. Sadece elinden gelen bir şey vardı, ağlamak. Başladı sicim gibi yaş dökmeye… Bu yaşlar hiç kurumuyor muydu? Çeperli’de ilk hicret edileceğinin haberini duyduğu günden beri ağlıyordu. Gece ağlıyor, gündüz ağlıyordu... Fakat bu andaki farklıydı. Civan yiğidi, evinin direği, en zor anında imdadına yetişmiş, yanında bitivermişti. Bu, hiç şüphesiz Allahü teâlânın bir lütfuydu. Eli ayağı birbirine karıştı, dili tutuldu, bir iki kelime söyleyemedi. Sadece Osmanlı sancağını uzattı. Yiğidi de tereddüt etmeden aldığı gibi tabyanın en zirvesine çıkardı, astı.
Şehid kanlarıyla yeniden renklenmiş sancak, rüzgârda nazlı nazlı dalgalanırken, dadaşların kimi düşman avında, kimi de el ele tutuşmuş bar oynuyor, haklı olarak bayram ediyordu.
İki gün önce karalara bürünmüş, çaresizlikten ne yapacağını şaşıranlar; bugün Allahü teâlâya hamd ediyor, şükür secdesine varıyorlardı.
          ***
Nene, utancından ve edebinden mi ne erinin yanında fazla duramadı. Anacığını aramaya koyuldu. Onu bir taşın yanında kayınvalidesiyle birlikte şükür secdesinde buldu. Nazım’ı da kundağına sıkı sıkıya sarılmış vaziyette, yüzüne ince bir tülbent serili, rahat nefes alıp verecek şekilde bir köşeye yatırılmıştı. Koştu sevinçle kucağına aldı. Hemen kuytu bir yere geçti, “Şimdi hak ettin balam, al helâl olsun sütüm de, canım da” dedi, emzirdi, emzirdi.
Yaşlı anne, kucağında Nazım’ıyla Nene, kayınvalidesi, muharebenin içinden geçerek evine dönüyordu. Fakat onun "yuvam" dediği evi şimdi bomboştu. Âdeta kıyamdaki bir insanı hatırlatan kerpiç̧ bacalı, toprak kil ile sıvanmış̧ ve alçı badanalı, sadece tek bir ailenin barınabileceği küçük, sıradan evceyiz, bir süre önce Rus ateşinden nasibini almış belki de yerle bir olmuştu. Ne durumdaydı bilen yoktu? Yakılmış da olabilirdi. Geride ise yalnızca kömüre benzeyen taşlar kalmıştı kim bilir. Bütün komşu evler, temelleriyle birlikte yok olmuş̧, haberlerini almış, çok üzülmüştü. Bunlarınki nasıl sağlam kalacaktı ki?
Etrafta, sadece hafif bir ışık, bir de büyük bir hüzün karışımı sevinç vardı. Zaman geçince, nice acıların yaşandığı bu yerlerde yabani otlar büyüyecek, ne fırtınalar kopup ne serin rüzgârlar esecek, nice yağmurların yol açacağı seller, buraları düzleştirecek ve işte o zaman da harbe, ihtiraslı insanlara dair herhangi bir iz kalmayacaktı. Bu dünyada çekilen ızdıraplar, yine kendi hemcinsleri tarafından çektiriliyordu. Hayvanlar bile kendi cinslerine karşı acımasız değillerdi. İnsanoğlunun bu birbirlerine karşı düşmanlığı çok düşündürücüydü. Eşrefi mahlukat adına yüzkarasıydı... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.