“Öyle bir bataklığa düşmüştüm ki debelendikçe batıyordum!..”

A -
A +

Kütükte iki ismim vardı; “Meryem Jale” diye, ben daha modern, çağdaş olduğu için Jale’yi öne çıkarmıştım. Hatta diğer ismimi şu veya bu şekilde öğrenenler “Matmazel Maria” deyince kızmadığım gibi bilhassa keyifleniyor, “Kız Meryem” diye seslendiklerindeyse dönüp bakmıyordum bile. O nasıl bir ruh hâliyse aklıma geldikçe kendime ve bizi bizden utandıracak hâle getirenlere kızmadan edemiyordum.

 

Gittiğim izlerden, okuduğum kitaplardan battıkça batıyordum. Anlayacağınız, içimdeki boşluğu dolduracak tek şey; dolu dolu gülüp eğlenmekti. “Dünyaya bir daha mı gelecektik? Ye iç hayatını yaşa, keyfine bak!” modundaydık. Bu yüzden olsa gerek aradığım hakikati bir türlü bulamıyordum.

 

Ne mi yaptım?

 

Sonra aklî ve ilmî olmayan yollardan medet umdum. Onlar daha beter ve inanılmaz çıktı. Hatta inanılmazın da inanılmazıydılar… Ne yapmak lazım geldiğine aklım zayıf kalıyordu. Öyle bir bataklığa düşmüştüm ki debelendikçe batıyordum. Tam boğulmak üzereyken bir el imdadıma yetişti. O elin uzanmasına kadar olan yaşadıklarımı merak ettiğinizi biliyorum. Bütün çıplaklığıyla ve de dilimin döndüğünce anlatacağım, kalemimin yazdığınca da yazacağım inşallah. Siz şimdi, “Sadede gelelim; ee netice ne oldu?” deyip merakla bekleseniz de sırayı bozmadan anlatmaya devam edeceğim inşallah. Önce olanları tamamlamadan neticeyi anlatmamız olmaz, olsa da lezzet alamazsınız!

Türkiye Gazetesinde bir kısa yazı okumuştum hasbelkader. “Bir insan kendi iradesiyle havaalanında Moskova’ya giden tayyareye bilet alsa, Moskova Havaalanına indikten sonra da ‘Aaa! Yanlış gelmişim! Ben Mekke-i mükerremeye gidecektim…’ demeye hakkı yoktur!” Demir leblebi gibi içime oturmuştu bu iki basit cümle. Defalarca okumuş, işin içinden çıkamamıştım yine de. Yani bana açıkça diyordu ki “Ey Jale, ne yapıyorsan, kendi kendine yapıyorsun, sakın kimseyi suçlamaya kalkışmayasın!”

 

Öyle yükseklerden uçuyordum ki bunları muhakeme edecek ne akıl, ne izan ne irade ne de o arkadaşlar vardı. Bir araya geldiğimizde gülüşmeye kalkıştık mı? Gök gürültüsü gibi patlar, bulunduğumuz mekânı inletirdik.

 

“Vur patlasın, çal oynasın, kanın kaynasın!”

 

“Hayatını yaşa, girme savaşa!”

 

“Hızlı yaşa genç öl cesedin yakışıklı olsun!” Orijinal hâli “Die young and make a beautiful corpse…” şeklinde dile getirilmiş bir felsefe James Dean tarafından.

 

“Bugüne kadar, ‘aman el âlem ne der?’ diye yaşadım. Bugünden sonra, ‘aman, el âlem ne derse desin!’ diye yaşarım!”

 

“Çılgın olunmaz, çılgın doğulur!”

 

“Uçurumu sevenin kanatları olmalı!”

 

“Hayata küsme, çılgın ol hayat sana küssün!”

 

“Uğraşma benimle hayat! Seni de deli ederim…”

 

“Herkes intikam alır ama yaşamayı beceremez!”

 

Maalesef insan kıyafetiyle karşılanıyor, fikirleriyle uğurlanıyordu her yerde. İlk görünüş, ilk intibak her zaman, her yerde oldukça mühimdi. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.