Öyle çok hatıralarım var ki hangi birini anlatayım?..

A -
A +

Bir gün, tesadüfen fâsık birinin yanına oturmuştum, nevrim döndü. Anında ondaki zulmet bana da geçti.

 

 

Her şeye katlanır, alışırdım da ahiretimi kurtarmaktan vazgeçmeye asla… Elimden, dilimden bırakamazdım zaten. Ya ibadet eden, ya iyilik eden, ya onları düşünen, yaşayan biriydim artık.

 

Öyle çok hatıralarım var ki hangi birini anlatayım?

 

Bir gün, tesadüfen fâsık birinin yanına oturmuştum, nevrim döndü. Anında ondaki zulmet bana da geçti. Neredeyse dünya ehli olup çıkacaktım. Kötülükler ne de çabuk yayılıyormuş meğer. “Müsaade ederseniz bir yere gideceğim…” dedim. O da “illa kal…” diye ısrar etmedi, ben de “Allaha ısmarladık…” deyip kaçarcasına uzaklaştım. Kısa bir an yan yana oturuş bile kafamı allak bullak etmeye yetmişti. İçimden: "En iyisi, seçilmişlerle beraber olmak…" dedim koştum. Büyüklerimiz boşuna dememişler: “Kim olduğun değil, kiminle olduğun daha mühim…” Oturup kalkacağımız arkadaşlarımızı seçmemizin ehemmiyetini çabuk anlamıştım. Ya dünya ehliyle ya da yüzü ahirete dönük olanlarla olacaktım. Tercih benim elimdeydi. Ben de Seyyidleri, derdi ahiret derdi olan mübareklerin kitaplarını aşkla, şevkle okuyanları seçmiştim. İyi ki böyle karar vermişim, iyi ki sağlam bir iradem varmış. Rabbimin verdiğine binler kere binler hamd olsun.

 

Ölüm, Ahiret, Cennet, Cehennem bütün insanları bekleyen en son hakikatlerdi. Dünyada ne olursam olayım bunları yaşayacaktım. Şimdiden kendimi hazırlamasaydım ya ne zaman hazırlayacaktım ki? Îmânla ahirete göçmeye olan hasretim had safhaya çıkınca deliliğim de o kadar artıyordu. Bu noktada sizin tarzınız beklentileriniz değişebilir ve kendinizi yeni bir dünyada apayrı bir tarz ve şekilde bulabilirsiniz. Ben herkes gibi çok şey yapamıyordum. Gücüm kuvvetim tek hedef, tek maksat, tek gayeye yetiyordu. Onu da seçip almıştım. “AHİRET…" Okuyacak kitaplarımı itinayla seçiyordum. Bu benim olmazsa olmazımdı. Kitapların doğru olması çok mühimdi. Doğru îmân, doğru itikat, Asr-ı saadetten beri bozulmadan gelen malumatların ne fazla, ne de eksik olmaması lâzımdı. Zâhirimiz ve bâtınımız dosdoğru olsun diye deliriyordum!

 

 

 

İşlerinden bellidir, câhil olanın hâli,

 

Dinden habersiz yaşar, bilmeyen ilmihâli.

 

 

 

"Ah  Behlül ah! Sen daha neler görecekmişsin meğer?” diye söylenirken, Basra Valisi’nin izzet ve ikramlarına muhatap oluyordum. Biri çekip düşürüyor, kendimi zindanda buluyordum, biri kolumdan tutup kaldırıyor, saraylara çıkıyordum. Ne zıt hayattı ve ben bunları sık sık yaşıyordum.

 

Basra’da duramazdım, bu acı hatıralar yüzünden. Bağdat’a dönecektim fakat yüzüm yoktu. Ne yapsaydım acaba? Kafam her zaman olduğu gibi karmakarışıktı yine.

 

Allah’tan başka hiç kimsem yoktu. Ona sığınarak tekrar geldiğim yollardan Bağdat’a döndüm. Döndüm ama kulübeme ve bilhassa saraya yakın bir yerlere gitmeye cesaretim yoktu. Biliyordum ki Sultan’ım askerleriyle sık sık beni aratıyor, bulamayınca da üzülüyordu.

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.