Çok sevdiği tarçın, karanfil, karabiber karışımlı kokulu çayı dudaklarına götürürken ilk defa elinin titrediğini hissetti.
“Tevekkeli değil…” dedi, akşamdan beri sıkıntısının sebebini şimdi daha iyi anlamış oldu. Oldu ama içine de kocaman bir kurt düştü ki sormayın. Ne edip eylese de işin içinden çıkamıyordu. Bu yapılan kanunsuzluktu her şeyden önce. Bir tarafta kebair günah işleyecek gençler vardı, bir tarafta resmî kayıttan önce dinî nikâh kıyılmamasına dair müftülüğün gönderdiği tamimler… Yaptığı, kanun karşısında alenen suçtu ve bu meseleyi de pekâlâ biliyordu.
Pencereyi kapatıp geri çekilince hanımefendisinin çaydanlıklarla içeri girdiğini gördü.
- Öyle de canım çay içmek istiyordu ki Hayriye Hanım.
- Bilmem mi? Bu saatler çay vaktin.
- Cenâb-ı Allah razı olsun. Duydun mu muhtarın konuştuklarını?
- Maalesef!
- Ne düşünüyorsun?
- Sen Allah rızası için yaptın! Bunu bütün bu köy biliyor. Hâkimler de insan, kasıt olmadığını anlarlar herhâlde.
- Bir çiğ süt emmişe rast gelirsek diye korkuyorum.
- Aman Hacı! Sen de gittikçe evhamlanıyorsun! Hele bir çayını iç...
Çok sevdiği tarçın, karanfil, karabiber karışımlı kokulu çayı dudaklarına götürürken ilk defa elinin titrediğini hissetti. Onun devlet kapısında hesap vermesini hiç gören duyan olmamıştı. Müftü için bir fırsat doğdu. “Şimdi yakaladım suçüstü…” der, kim bilir ne cezalar düşünürdü. Bunlar pek de alışık olmadığı şeylerdi. Mahkeme, hâkim… Derdini nasıl anlatacaktı ki?..
Hasan Babanın bu şeylere karşı da çok hassasiyeti vardı. “Oğul MÜSLÜMAN, Allahü teâlânın emirlerine uyar, GÜNAH İŞLEMEZ, içinde yaşadığı devletin kanunlarına uyar, SUÇ İŞLEMEZ…” der, sık sık ikaz ederdi. Onun en sevdiği şey devletiyle barışık olmasıydı. Bir talebesinin suç işleyip mahkemelere düştüğü görülmemişti. Bu da onun bir kerametiydi. Tabii anlayana, bilene…
Hocası; “Ya çıkıp gelirse! Ya tesadüfen karşılaşırsa!” O zaman ne yapacaktı? Ona karşı nasıl davranacağını bir türlü bilemiyordu. Bu yüzden hep kendini suçladı. “Olmadı Lütfü Hoca! İşte bu hiç olmadı. Mürid kitabında, hocalık âleminde böyle bir şey var mı? Kanun, nizam tanımamazlık, devlet memurluğuna sığar mı? İstişare etmeden iş yapmak nerede yazılı?” dedi, dokunsalar ağlayacak gibiydi. Ağır suç işleseydi, çok kabahatli olsaydı da O’nu düşünmek rahatlatıyordu.
Tabii ki; bir de Alvarlı Efe’yi hiç unutmazdı. Kalbinin en güzel köşesinde öyle dururdu. Gerçi Efe hazretleri dünyasını değiştireli epey olmuştu lakin her zaman; “Mürşid-i kâmiller, ahirete hicret ettikten sonra daha çok yardım eder, feyiz ve bereket saçarlar tabii almasını bilene…” derdi.
“İnsan numunesi, muhterem hocam, efendim...” kelimeleri dökülüverdi titrek dudaklarından. Bir gün buyurdular ki:
“Kim, ne niyetle, hangi hâlde gelirse gelsin yanından memnun olarak ayrılmalı...” Huzurlarında kuşlar gibi kanatlanır, uçardık. Ayaklarımız yere basmazdı. Dünyalıklarımızı bırakır, hafiflerdik hepten. Onlar olmasaydı hayat çekilmezdi. DEVAMI YARIN