Kulübe de olsa, tek kapılı bir yerde hissettiklerimle dışarıda gördüklerim bir olmuyordu.
Bu hissiyat içinde dışarıda dolaşırken hangi yönden geldiğini kestiremediğim serin bir yel yüzümü okşamaya başladı. Kulübe de olsa, tek kapılı bir yerde hissettiklerimle dışarıda gördüklerim bir olmuyordu. Anlayacağınız, içim başka, dışım bambaşkaydı yine…
Bağdat ve civarında yaşayanlar kışı fazla görmez, görseler de uzun sürmez hep bahar havası yaşardık. Bu Rabbimizin bize bir lütfuydu hiç şüphesiz. Bahar demek; derin uykudan uyanış, kıpırdama, canlanma, hareketlenme, kendini yenileme demekti. Su ve güneş bir arada toprakla buluşunca etraf rengârenk çiçeklerle bezenir, tabiat âdetâ coşar, taşardı. Papatyalar, erguvanlar, lâleler, çayır çimenler desen desen süslerdi bağları, bahçeleri, kırları, ovaları. İnsan, yenilenmiş tabiatın içinde bir başka olurdu. Dünyaya yeniden merhaba der, dirilip ayağa kalkardık her şeyden önce. İnsanlar öyleydi de ağaçlar, nebatat, hayvanat öyle değil miydi? Envâ-i çeşit çiçekler tomurcukken açar, güzelliklerle beraber enfes kokular saçardı, kuşlar o daldan o dala, börtü böcekler birbirleriyle yarışırcasına toprak kokan yollarda rızıkları peşine düşerdi. Herkes ve her şey kendi dünyasında koşuştururken hep birlikte, saftık ve ümit doluyduk.
Böyle renkli bir dünyada hayallerim de renkli ve bir o kadar çeşitliydi. Eğer aklımda beni ikna edip inandıracak, şüphelerimi giderecek, gönlümü okşayacak, ruhumu tatmin edecek doğru bir hedefim, güzel hayalim varsa, peşinden gitmekten çekinmeyecektim. Bu hususta pek kararlıydım. Belki işin sonunda muvaffak olamayacaksam bile bu uğurdaki çabalarımın, hayatıma çok şey katacağına inanıyordum. Şu veya bu şekilde tehir eder, erteler, yahut üstüne toprak atıp kapatarak hepten vazgeçersem; hayatımın geri kalanı da yakamı bırakmayacak ve ne kadar çok şeyi kaybettiğimi kafama vura vura duyuracak bir çalar saat olacaktı o hayalim.
Çalar saat deyince aklıma Sultan’ım Harun Reşid’in yaptırdığı saat geldi. Ne muhteşem şeydi aman Allah'ım. Bir gün yine elimi kolumu sallayarak çıkmıştım huzur-u saadetlerine. Her zaman beni görünce heyecanlanır, işini gücünü bırakıp yanıma gelir, bitmez tükenmez sohbetlerimize başlardık. Sanki zaman dururdu, ne o yorulur, ne de ben bıkardım. Neyse o gün farklı bir gündü. Çok kalabalıktı bir kere. Tanımadığım insanlar, süslü püslü libaslar içinde kocaman bir aletin muhtelif yerlerini gösterip izah ediyor, uzun uzun da anlatıyorlardı. Harun Reşid Sultan'ım pürdikkat gösterilen yerlere bakıyor, türlü suâller soruyor, anlamadığım cevaplar alıyordu. Belli ki bunlar sıradan insanlar değildi, fen işlerinde ihtisası olan âlimlerdi. Merakım iyice artınca dikkatim de o kadar fazlalaşmıştı.
DEVAMI YARIN