O gün saraydan üzgün ayrıldığımı gören Padişah adamlarını göndermiş. “Tez gidin Behlül’ümü bulun getirin” diye tembihlemiş.
Hârûn Reşîd:
- Ağlanacak hâl lakin ne yapmam lâzım Behlül?
- Mâdemki bu büyük yükün altına girdin. Çok dikkatli ol, zulme meyletme. Kesinlikle adâlet üzere ol! Bunlar olunca tahtında oturabilirsin!
- !!!
Bu sözlerim üzerine Padişah daha fazla bir şey söylemedi. İki damla gözyaşının yere aktığını görmemek için arkamı dönsem de yine o merhametli Sultan’ımı üzmenin üzüntüsü içinde kulübeme gitmek için müsaade istedim.
***
Dedim ya ah benim bu dikenli dilim! Ah! Ne çektiysem ondan çektim. Şunu itiraf edeyim ki hep kalpten ve Allahü teâlânın rızası için söylüyorum. Desinler, ilmimi görsünler niyetiyle asla… Boşuna bir şey söylemiyorum, söylemem de...
O gün saraydan üzgün ayrıldığımı gören Padişah da çok rahatsız olmuş. Adamlarını göndermiş. “Tez gidin Behlül’ümü bulun getirin. Sakın ola ki incitmeyin!” diye de tembihlemiş. Askerler fakirhaneme uğramışlar orada bulamayınca da başlamışlar aramaya. Biri “O sık sık mezarlığa gider! Belki yine oraya gitmiştir…” deyip kabristana yönlendirmişler.
Ben de her zaman gittiğim nefsimi hesaba çektiğim bir boş mezar vardı orada uykuya dalmışım. Baktım derinden sesler geliyor: "Hârûn Reşîd Sultanımız sizinle görüşmek, hikmetli sözlerini duymak istiyor. Lütfen kalk saraya gidelim! Vaktimiz yok…” deyip beni hırkamdan çekiştiriyorlardı. Fazla direnemedim uyandım.
- Siz ne yaptınız biliyor musunuz?
- Ne yaptık?
- Beni pâdişâhlık makâmından indirdiniz! Şimdi ben ne yapacağım?
- !!!
Dedim gitmedim. Maksadım Sultan’ımızı ikaz için münasip havanın oluşmasıydı. Beni almaya gelenler geri gidip bu sözlerimi halîfeye bildirince Hârûn Reşîd, benim bu hâlime ve söylediklerime bir mânâ verememiş, tekrar huzûruna çağırmıştı;
- Ey Behlül! Bu ne iş? Sen hangi pâdişâhlıktan indirildin ki ahlanıp vahlanmış, davetime de icabet etmemişsin?
Bu sual üzerine epey tefekkür edip Sultan’ımızı kelimelerin en hafifleriyle ikaz etmeye çalıştıysam da yine de beceremedim. Gayr-i ihtiyari aramızda şunlar konuşuldu;
- Ey Halîfe!
- Buyur Behlül!
- Rüyâmda kendimi hükümdâr olmuş gördüm! O muazzam tahtımda sırmalı elbiseler içinde oturuyordum. Sayısız hizmetçilerim vardı. Saltanat ve ihtişam içinde idim. Lâkin senin adamların beni uyandırdı ve tahtımdan, tacımdan oldum!
Bu safça sözlerime Hârûn Reşîd Sultan’ım haklı olarak güldü ve;
- Ey Behlül! Rüyâdaki pâdişâhlığa îtibâr olunur mu hiç?
- Ey müminlerin emîri! Benim hükümdarlığım ile seninki arasında ne fark var?
- Bilmem sana sormalı!
- Sultan’ım! Ben gözlerimi açınca sultanlığım bitti hayat buldum. Sen gözlerini kapayacak olsan ebediyyen emirlikten düşecek, saltanatından olacaksın ve nedâmet, pişmanlık günün başlayacak! O hâlde hangimizin hükümdârlığına îtibâr yoktur siz söyleyin?
DEVAMI YARIN