Son mektupta yazılanlara göre çocuklar; uzun yoldan gelecek misafirlerini bekliyordu!
O hızla Haydarpaşa Garı’na nasıl geldim anlayamadım. Artık ertesi güne kaldığımdan emindim. Bir baktım ki kurstan talebeler köşe bucak valizlerinin üzerinde uyukluyorlar. Beni görünce:
- Lütfü Hocam gördün mü ne oldu?
- Ne oldu çocuklar?
- Sabah saat dokuzda hareket edecek tren, tam oniki saat rötar yaptı. Tren tarihinde hiç görülmemiş vaka. Senin ahın tuttu galiba!
- Estağfirullah, öyle demeyin çocuklar! Ben ah etmedim ki tutsun. Bilerek ve de isteyerek kaldım.
- Her neyse biz dersimizi aldık; hem hocamızı göremedik, hem de saatlerce yerlerde sürüm sürüm süründük!
- Hoca hakkı çok mühim, ana baba hakkından daha üstün olduğunu biliyorsunuz. Çünkü ana, baba evladı büyütür, bakar, yeri geldiğinde kötülükten, haramlardan korur. İbadete alıştırır. Hoca ise, hem dünya ve hem de ahiret hayatını kazandırır, din ve diyanetini, Ehl-i sünnet itikadını, farzları, haramları öğretir. Arada uçurum var. Biri dünyalık, diğeri ebedî saadet için çırpınır. Ana, baba aynı zamanda evlatlarının ahiretini düşünerek iş yaparlarsa onlar da iki defa üstün olurlar.
- Biz de öyle olduğunu biliyoruz amma nefsimize yenildik. Sen hem hocamızın duâsını aldın, hem de bizimle aynı trene kavuştun. İşte aramızdaki fark Hafız Lütfü!
- Estağfirullah!
***
HOCA DUASIYLA AHA YOLLARINDA…
Son mektupta hanımına hitaben şöyle yazmıştı Hafız Lütfü: “Sakın namazlarını aksatma, sakın ha! O olmazsa hayatın, yaşamanın, fedakârlığın, yol gözlemenin ne mânâsı olur? İman muma benzer, ibadetler de mumu koruyan fener gibidir. Karanlıkta kalmamak için mum ve fener birlikte lazımdır…” Bunları o kadar çok tekrar etmişti ki çocuklar da ezberlemişlerdi. Hatta anacığının gözüne girmek isteyen bu cümleyi tekrar ederdi. O da öyle içten, sımsıcak sarılır “canım evladım” der bağrına basardı ki...
Son mektupta yazılanlara göre çocuklar; uzun yoldan gelecek misafirlerini bekliyordu! Eve müjdeyi götüren kim bilir ne hediyeler kazanacaktı?
Neredeyse her gün köyün mezarlıklarında, Korunga ve Simsekiz köyü istikametinde Abdülkadir yolun sağında, Ragıp ile Sagıp ise solunda dikili ağaç kesilmişlerdi… Çünkü bir ay önce gelen mektupta “bostan sökümünde orada olabileceği” yazılıyordu. Bir hafta oldu her gün nöbet tutar gibi köyün başında bekliyor, tek tük gelen geçen arabalara el sallıyorlardı. Akşam olunca “bugün de gelmedi” deyip mahzun eve dönüşün burukluğunu anlatmaya sayfalar kifayetsiz kalırdı…
Demirci ocağında kızdırılmış büyük bir nal gibi bulutların arkasında gizlenen akşam güneşine elini siper ederek bakan Hafız Lütfü;
“Hoş bulduk Erzurum! Daha fazla geç kalmayayım. Haydi Bismillâh…” diyerek, bulunduğu yerden doğruldu.
DEVAMI YARIN