"Sakın bir hata yapmayın, asıl kâtil benim!.."

A -
A +

"Uğradığım bu zulüm, düştüğüm hâl, ancak senin hükmünle olmakta. Zulme uğratacak da ve yine kurtaracak da sensin yâ Rabbî!”

 

 

 

Behlül, nasıl dua ettiğini anlatıyordu:

 

-"Yâ Rabbî!" dedim, devam ettim; “Bu kalpsiz fukaranın günahı çok ama zulme dayanacak kuvveti yok! Bunları başıma üşüştüren sensin. Senden ne gelirse başım üzere kabulümdür. Beni şu anda ağlatıp sızlatarak öldürürlerse, kan diyetimi onlardan kim alacak? Hem muktedir olsam da kimden ne alabilirim ki? Sana sığınırım, başka kimsem yok. İşim gücüm seninle… Uğradığım bu zulüm, düştüğüm hâl, ancak senin hükmünle olmakta. Zulme uğratacak da ve yine kurtaracak da sensin yâ Rabbî!”

 

- Âmîn!

 

- Ben, bu kalpten yalvarışımı kendi kendime söylerken, bu karşımızdaki itirafçı genç kalktı, herkesin duyacağı şekilde “O adam masum! Sakın bir hata yapıp asmayın! Asıl kâtil benim! Ne yapılacaksa bana yapın!” diye bağırdı. Bu söz üzerine vazifeli memurların beni darağacından alıp indirdiler.

 

- İyi ki aceleye getirmemişler!

 

- Takdir-i ilâhî Efendim! O hızla, bekletmeden de huzur-u âlinize çıkardılar. Bunları suâliniz üzere anlattım Efendim. Yoksa ne haddime!

 

- Hikmet-i Hüda!

 

- Evet Efendim! Perde ardından bu işler zuhur etti işte. Âlemlerin Rabbinden uğradığım minnet, beni perişan bir hâle soktu. Yani önce kanlı kâtil yaptı ama sonunda bana yüzlerce can vererek lütuflarda bulundu. Önümde muradıma erişememek, mahrumiyete uğramak olsa bile bu yolda yüzlerce can vererek O’na bizleri yoktan var edene gitmek, ona sığınmak gerek. Fakat insanoğlu, noksanoğlu hadiselerin başındakileri gördükçe, bütün hayrın ve şerrin başkasından geldiğini sanıyor. Ne kadar aciz kullarız muhterem Vali’m!

 

- Az daha mahvolacaktım  Behlül! Beni yanlış karar vermekten kurtardınız, her ikinize de minnettarım. Rabbimin nimetleri sonsuz, ona sığınır, ondan yardım dilerim!

 

Bütün oradakiler birbirimize sarılıp ağlaştık.

 

Tam olarak ruh hâlimi anlatamıyor olabilirim, siz anlayın. Böyle mi doğdum, yoksa sonradan mı dönüştüm emin değilim. Güneşten, sıcaktan ve açık gökyüzünden pek hoşlanırım. Herkese ümit verir, yaşama isteği uyandırır. Huzur denilince “İşte o biraz zor” dense de bana huzur veriyordu Rabbimin yarattığı akla gelebilecek her şey. Derya, göl, nehir, tarla, çayır, bağ bahçe ve içindekiler; akla gelebilecek her şeye ibretle bakmayı alışkanlık hâline getirmiştim. Yağmuru, güneşi bol bir memlekette yaşıyoruz. Bulutsuz bir gökyüzü, parlayan bir güneş ve masmavi bir derya kadar, zifiri karanlık bir gece, fırtınalı, yağmurlu, şimşeklerin çaktığı, yıldırımların çatır çatır düştüğü bir hava da Rabbimizin biz aciz kullarına lütfu ihsanı değil miydi? Başka şekilde düşünmek bunaltı veriyordu ancak.

 

Kül rengi kurşunî bir günle, ışıltılı bir gün arasında fark görmüyordum aslında. Her gün her şartta kendimi oldukça rahat hissediyordum. Parlamayan bir güneş ve kopacak fırtınanın habercisi rüzgârla, sessiz sakin bir gecede yıldızların bize göz kırpması arasında bir fark olmamalıydı.

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.