Malum çevrelerce yazılan o yazı, şöyle bitiyordu:
"İşlerini biraz canlandırmak için bilhassa darbe girişiminden sonra FETÖ’yü hicveden, İslâmiyet’i öven birtakım saçma sapan popülist işler yaptı ama hiçbiri de ona gelir olarak geri dönmedi. Burada kendisinin biraz saflık ettiğini söylemeliyim, zira bizim yeteri kadar iktidar yalakası klasik müzikçilerimiz var ve onlara bile ekmek çıkmıyor. Elin Fransız’ına, sırf ‘İslâmiyet’i övüyor’ diye mi çıkacak? Kendine bolca imkân verilip kariyer yaptıracaklarını düşünmekle Türkiye klasik müzik camiasını biraz fazla küçümsemiş…”
Bunları niçin yazdım biliyor musunuz? Önümüzde çok çetin günlerin bizi beklediğini tahmin ettiğimi anlatmak için... Her ne kadar merasimlerde, nutuklarda “Demokrasi var, herkes düşündüğü gibi inanır, inandığı gibi yaşar…” dense de tatbikat hiç de öyle olmuyordu.
“Ya kardeşim sen aklını peynir ekmekle mi yedin? Eski köye yeni âdetler de nereden icap etti? Bu kadar okumuşsun boşuna! Nasıl da tufaya düşürmüşler seni? Çağ dışı örümcek kafalar! Gerici, ham softa yobazlar!” daha neler neler? Aklımın alamayacağı suâllere, ithamlara, aşağılamalara şimdiden hazır olmalıydım. Er geç bunların mermi olarak döneceğini ve beni canevimden vuracağını gelen rüzgârlardan seziyordum. Bu ve benzeri düşünceler şimdiden beni yormaya başlamıştı.
Diyeceksiniz ki: “Bu dünya böyle kardeşim madem gelen suâllere cevap veremeyeceksin, ithamlara, aşağılamalara dayanamayacaksın, niçin ağzının tadını bozup kendini sıkıntıya atıyorsun? Hayatını yaşasana, kolayını tercih etsene! Bir de kalkmış 'o olmuş, bu bunu dermiş' lakırdılarıyla kendi kendini yıpratıyorsun!”
İşte öyle demek o kadar da kolay değildi. Cevabı ebediyetle alakalıydı. Ya hayvan gibi yaşayıp Cehenneme yakacak olarak gidecektim ya da Rabbimin razı olduğu şekilde yaşayacak Cennet'e… Başka yol da iz de izan da yoktu. Tercihte serbest bırakılmıştık. “Ebedî hayat mı geçici hayat mı?” Karar bana bırakılmıştı.
Nice içimi yakan düşüncelerle yanarak “Ah Tanju ah! nerelerdesin?” dedim, o mesut günlerimi hayal ettim gayriihtiyari.
Gözlerim, baksam da etrafımda olup bitenleri görmüyor, gönlüm ise çok yaralıydı. Zifiri karanlık geceler, hiç bitmeyecekmiş insafsız kara bulutlar gibi bütün ağırlığıyla çökmüştü üstüme. Çöl toprağı gibi susuz ve kurak kalmıştım. Yürürken yalpalamamak için bir yerlerden tutunuyordum çünkü artçı depremler gibiyim sallanıyorum ha bire! Yüzünü unutmamak için son gidişini hep bir yalnızlık abidesi gibi gözümün önünde tutuyorum. Dışarı çıkıyor, gezip tozuyordum lakin enerji kaynağımız güneş, sanki eskisi gibi ışıl ışıl doğmuyor, ısıtmıyordu da… seher yeli nazlı nazlı esmiyordu artık. Hava sıcak olsa da ben soğuktum, etrafım buz kesiyor, tir tir titriyordum... DEVAMI YARIN